Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ


Essalamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatu..

Bayan Kardeşlerimize Özel İslami paylaşım Sitemize Hoşgeldiniz..

Hayırlı Paylaşımlarda bulunmanız ve daha kaliteli Hizmetler için lütfen Üye olunuz..



En Nisa Forum ekibi..




Join the forum, it's quick and easy

Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ


Essalamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatu..

Bayan Kardeşlerimize Özel İslami paylaşım Sitemize Hoşgeldiniz..

Hayırlı Paylaşımlarda bulunmanız ve daha kaliteli Hizmetler için lütfen Üye olunuz..



En Nisa Forum ekibi..


Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
En son konular
» Kocası çoğu Zaman Namaz Kılmayan Bir Kadının Kocasıyla Olan Durumu Zinâ Sayılır Mı?
DİN VE EDEBİYAT EmptyC.tesi Nis. 09, 2016 5:48 pm tarafından EN_NİSA

» selamun aleykum
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Eyl. 10, 2015 10:52 am tarafından EN_NİSA

» Soru kandillerde oruç tutuyorum.......?
DİN VE EDEBİYAT EmptyPtsi Haz. 15, 2015 1:26 am tarafından EN_NİSA

»  Kadir Gecesinin Fazileti
DİN VE EDEBİYAT EmptyCuma Haz. 12, 2015 5:52 pm tarafından EN_NİSA

» Yolcunun Oruç Tutmamasının Caizliği
DİN VE EDEBİYAT EmptyCuma Haz. 12, 2015 9:13 am tarafından EN_NİSA

» Ölünün Oruç Borcunu Velisinin Kaza Etmesi
DİN VE EDEBİYAT EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:52 am tarafından EN_NİSA

» Ramazan Borcunun Kazası
DİN VE EDEBİYAT EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:48 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlunun Tedavi İçin Hacamat Yaptırması
DİN VE EDEBİYAT EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:34 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlunun Cünüp Olarak Sabahlaması
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:34 am tarafından EN_NİSA

» Orucu unutarak bozan kimse ne yapmalıdır?
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:25 am tarafından EN_NİSA

» İftarda Acele Etmenin Fazileti
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:16 am tarafından EN_NİSA

» Sahur Yemenin ve Onu Geciktirmenin Fazileti
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:14 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlu Ne Zaman İftar Eder
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:10 am tarafından EN_NİSA

» Oruca Ne Zaman Başlanacağı
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:05 am tarafından EN_NİSA

»  Ramazan Hilalinin Görülmesiyle Oruca Başlanır Şevval Hilalinin Görülmesiyle Bayram Yapılır
DİN VE EDEBİYAT EmptyPerş. Haz. 11, 2015 9:59 am tarafından EN_NİSA


DİN VE EDEBİYAT

Aşağa gitmek

DİN VE EDEBİYAT Empty DİN VE EDEBİYAT

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Çarş. Nis. 11, 2012 10:37 pm

"Edebiyatla din arasında ne gibi ve ne ölçüde bir münasebet vardır? Dinî meseleler, edebî eserlere konu olabilir mi?

Dinî konuların edebî eserlerde işlenmesi, bunun da ötesinde dinin, edebî eserleri şekillendirmesi, hattâ edebî eserlerin bir dinin tebliğ ve telkin vasıtası olarak kullanılması edebiyatın özüne uygun mudur?

Bu ve benzeri sorular, yüzyıllardır edebiyat teorisinin en önemli tartışma konularından biri olmuştur. Bu tartışmalar genel olarak iki ana grupta toplanır:

Kimi edebiyat teorisyenlerine göre, edebiyatın yegâne fonksiyonu, estetik zevk ve heyecan uyandırmaktır. Bu yüzden edebiyatın, bir fikrin, bir davanın, bir ideolojinin, bir inancın, bir dinin, tebliğ ve telkin vasıtası olarak kullanılması, onun mahiyetine aykırıdır. Edebiyatın gayesi, sadece edebiyattır. Edebiyat, okuyucuda, hoş ve ilgi çekici bir duygu, salt bir güzellik duygusu uyandırdığı zaman, fonksiyonunu yerine getirmiş olur. Yani edebiyatın, edebiyattan başka gayesi yoktur. Klâsik ifadesiyle söyleyecek olursak, "sanat sanat içindir", "edebiyat şahsî ve muhteremdir." Edebiyat, kendisi dışında hiçbir maksat için kullanılamaz. Dolayısıyla dini ve dinî değerleri işleyen bir edebiyattan söz edilemez. Edebiyat lâdinidir, yani dinle bir ilgisi yoktur. Onun konusu, aşk, tabiat ve insandır. Edebiyat, insanın tarihi süreç içerisinde sahip olduğu evrensel-dünyevi değerleri işler. Meselâ, Batı'da Sembolistler, bu anlayışın tipik bir misâlini teşkil eder. Onlara göre edebiyat, şiir, "dinin bile yerini tutabilir." Batılı ünlü yazar ve Nobel mükâfatlı edebiyat tenkitçisi T. S. Eliot ise, "Ne bu dünyada, ne de öteki dünyada hiçbir şey, diğer bir şeyin yerini alamaz"1 diyerek, bütün bu görüşlere karşı çıkar. Fakat Batı edebiyatında, Albert Camus, Nietzsche, Türk edebiyatında, Beşir Fuat, Abdullah Cevdet, Baha Tevfik gibi yazarlar hiçbir dine inanmaz ve dinle edebiyat arasında hiçbir münasebet kurmazlar.

Bu görüşe tamamen zıt, ikinci görüşe göre ise, edebiyatla dini birbirinden tamamen ayırmaya çalışan yukarıdaki anlayış, "maddeci" ve "aşırı dünyevîlikle yozlaşmış"2 yanlış bir anlayıştır. Bu anlayış, hayatı, sadece maddeden ibaret gören, mânânın maddeye üstünlüğünün farkında olmayan sakat bir anlayıştır. Estetik zevk ve heyecan uyandırmak, muhayyel bir âlem inşa ederek hoş ve ilgi çekici bir duygu ve düşünce dünyası kurmak, okuyucuyu bu muhayyel duygu ve düşünce dünyasında dolaştırarak mutlu etmeye çalışmak, edebiyatın yegâne fonksiyonu, tek fonksiyonu, hattâ ana fonksiyonu olamaz. Bu anlayış, edebiyatı çok basite indirgemek, okuyucuyu, gerçek olmayan, tamamen kurguya dayalı ve yalancı bir dünyaya hapsetmek mânâsına gelir ki, yazarın buna hakkı yoktur ve olmamalıdır. Aksine edebiyat, ezelî ve ebedî hakikatin peşinde koşmalı, onu bulmaya ve okuyucuya göstermeye çalışmalıdır.
Sanat ve edebiyatın gayesi, ana fonksiyonu, temel fonksiyonu, varlığını bize her an hissettiren yüce Yaratıcı'yı aramak, bulmak, bilmek, tanımak ve O'nun yarattığı kâinat kitabını anlamaya çalışmak, O'nun muhteşem sanatı karşısında derinliği olan bir duygu ve tefekkür ufkunu yakalamaktır. Necip Fazıl, sanat ve edebiyatın bu fonksiyonunu "Sanat" adlı şiirinde ne güzel anlatır:

"Anladım işi, sanat Allah'ı aramakmış,
Marifet bu, gerisi yalnız çelik-çomakmış."

Yine bu görüşe göre, sanatçı da toplumun bir ferdidir ve onun da toplumun bütün fertleri gibi, hem kendisini Yaradan'a karşı, hem de içinde yaşadığı topluma karşı mesuliyetleri vardır. Bu mesuliyetin başında da, ona Yaratıcı'nın ihsan ettiği dili, ustalıkla kullanma, duygu ve düşüncelerini sanatın ihtişamı içinde mükemmel bir şekilde anlatma kabiliyetini, hayır istikametinde kullanması gelir. O hâlde sanatçı, başıboş, her istediğini istediği şekilde anlatan, hiçbir kimseye ve hiçbir otoriteye karşı sorumluluğu olmayan, nefsanî arzularının esiri bir varlık değildir.

O, belli bir din ve ahlâk şuuru olan ve bütün yazdıklarını bu şuura uygun bir şekilde kaleme alan, nâdide bir varlıktır ve hemen bütün büyük sanatçılar, bu şuura sahip olmuşlar, bu şuura uygun eserler vermişlerdir. Meselâ, Batı edebiyatında Dante, Racine, Corneille, "büyük bir dinî şuur içinde eser vermiş yazarlar"3 olarak tanınmışlardır. ıtalyan edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden biri olarak kabul edilen Dante, her ne kadar ıslâm'a ve Peygamberimiz'e (sas) karşı menfî bir bakış açısına sahip olsa da, eserlerini dinî konularla doldurmuş ve onun eserlerindeki dinî görüşleri, "sayılamayacak kadar değişik şekillerde yorumlanmıştır."4

Rus edebiyatında Lev Tolstoy, eserlerinde, ilk, bozulmamış, saf Hristiyanlığa dönüş özlemini anlatmış, Hristiyan tasavvufuna büyük bir ilgi duymuştur. Özel hayatında son derece dindar bir hayat yaşamış, kilisenin akla, mantığa ve dinin özüne aykırı görüşlerine karşı çıkmasına rağmen, sık sık oruç tutmuş, köy kilisesindeki âyinlere katılmış, hattâ tamamen dinî muhtevalı, vaaz diyebileceğimiz yazılar kaleme almıştır.5

Yine Rus edebiyatının en önemli yazarlarından biri kabul edilen, eserleriyle Rusya'ya derinden tesir eden, çarlık Rusya'sında köleliğin kaldırılmasında büyük bir rol oynayan Dostoyevski, eserlerinde dinî muhtevaya büyük bir önem vermiş, hattâ "Budala" adlı eserinde, Hz. ısa'yı örnek tutan, O'nun hayatını kendisine ve insanlığa model olarak alan, iyilik timsali bir karakter ortaya koymaya çalışmıştır.6

Rus edebiyatında Dostoyevski ve Tolstoy, eserlerinde dinî konular üzerinde öylesine yoğun bir şekilde durmuşlardır ki, Batı edebiyatını inceleyen birçok araştırmacı, onları, "çoğu zaman dinî konularla ilgili düşünceleri bakımından ele almışlardır."7

19. yüzyılın en büyük şair, piyes yazarı, romancı ve tenkitçilerinden biri sayılan Puşkin, gençlik yıllarında çarlık başkenti Petersburg'da yaşadığı başıboş, dinden uzak monden hayatın boğucu kâbusundan, ıncil'in mânevî atmosferine sığınmış, yaşadığı bohem hayatından vicdan azabı duyarak, eserlerini dinî duyguların akisleriyle doldurmuştur.

Rus edebiyatı ve Batı edebiyatı üzerinde çok etkili bir isim olan Gogol, çok dindar bir anne tarafından büyütülmüş ve ömrü boyunca bu dinî duyguların tesiri altında yaşamıştır. Gogol, evine kapanıp günlerce ıncil okuyan, Kudüs'e hacca gitmek arzusuyla yanıp tutuşan, sonunda bunu gerçekleştiren, faziletli bir insan olmak için çile çekmek gerektiğine inanan, devamlı oruç tutan ve oruçlu ölen dindar bir Hristiyan'dır. Onun birçok eseri, ister istemez bu çok samimi dinî duyguların tesiri altında yazılmıştır.

Alman edebiyatının en büyük yazarlarından biri, belki de birincisi olan Goethe de, eserlerinde dinî konular üzerinde durmuş ve özellikle, altmış yıl süreyle daha da mükemmelleştirme ve derinleştirmeye çalıştığı8 şaheseri Faust'u, Cennet, Cehennem, şeytan gibi tamamen dinî-mânevî bir çerçeveye oturtmuştur. Goethe'nin birçok eserinde, dinî muhteva önemli bir yer tutmuş, yazarın ısrarla üzerinde durduğu önemli bir tema olmuştur.

Fransız edebiyatının en önemli şahsiyetlerinden Gustave Flaubert, çocukken sahip olduğu dinî inançlarını, gençlik yıllarında kaybetmesine, üstelik "insan meslek tutmamalı, aile kurmamalıdır"9 gibi anarşist fikirlerine rağmen, daha sonra, kaybettiği dinî inançlarına yeniden kavuşmuştur. "Ermiş Antonius ve şeytan" ve "Cehenneme Yolculuk" gibi birçok eserinde, dinî konuları işlemiş, eserlerini Hristiyanlığın önemli şahsiyetleri ve sembolleriyle doldurmuştur.

En büyük Fransız şair ve yazarlarından biri olarak bilinen, Fransız kültürünün en önemli dehalarından Viktor Hugo, Allah inancı kuvvetli, dindar bir insandır. Eserlerinde dinî konulara yönelmiş, meselâ, "Notre-Dame de Paris" (Notre-Dame'ın Kamburu) adlı romanında, kaderin acıklı cilvelerini anlatmıştır. "Sefiller" yazarı, iç dünyası çok zengin, inançlı bir şair ve romancı olarak edebiyat tarihine geçmiştir.

ıran edebiyatında Sâdi, Pakistan edebiyatında Dr. Muhammed ıkbâl, eserlerinde hep ıslâmî değerleri işlemişlerdir. Sâdi ve Dr. Muhammed ıkbâl, edebî eserlerinde, Kur'ân ve hadîsin aydınlık yolunu anlatmaya çalışmışlar, Hz. Peygamber'in (sas) insanlığa huzur saçan nurlu ifadeleri, onlar için hep yol gösterici olmuştur.

Hint edebiyatının en büyük simalarından Tagor da, eserlerinde hep mistik duyguları anlatmış, insanın ancak bu mânevî duygularla huzur bulabileceğini dile getirmiştir.

Türk edebiyatında da Ahmet Yesevî'den, Edip Ahmet'e, Yusuf Has Hacip'ten, Mevlânâ'ya, Yunus Emre'ye kadar edebiyatçılarımızın eserlerinde ıslâmî değerler dâima ön plâna çıkmıştır. Allah aşkıyla dopdolu Mevlânâ, dünyaca ünlü Mesnevi'sini, ıslâmî unsurlarla örmüştür. Anadolu'nun bağrından çıkan Yunus Emre, şiirlerinde hep ıslâmî ve insanî değerleri terennüm etmiş, ahireti, öteler ötesini,

"Düşt'önüme hubbü'l vatan, gidem hey dost deyu deyu,
Anda varan kalur heman, kalam hey dost deyu deyu."
diyerek, âdeta türküler söyleyerek karşılamıştır.
"Okumaktan mânâ ne, kişi Hakk'ı bilmektir,
Çün okudun bilmedin, ha bir kuru emektir."

diyerek, okumaktan mânânın Allah'ı bilmek olduğunu, eğer insan, okuyup da Allah'ı bilmiyorsa, bütün çalışmalarının kuru bir emekten ibaret olduğunu anlatmıştır.

Süleyman Çelebi, edebî dehasını, yüzyıllardır sevilerek, aşkla, vecdle okunan, dinlenen Mevlid'iyle göstermiştir. şeyhi'den, Bâkî'ye, Fuzûlî'den, Nâbî'ye, şeyh Galip'e kadar klâsik edebiyatımızın en büyük şairleri, en güzel na'tları yazmışlar, eserlerini ıslâmî değerlerle güzelleştirmişlerdir.

Klâsik edebiyatımızda, ıslâm Tarihleri, Siyer-i Nebiler, Kırk Hadîsler, Yüz Hadîsler, Bin Bir Hadîsler, Kısas-ı Enbiyalar, Battalnâmeler, Gazavatnâmeler önemli bir yer tutar. Divan şairlerimiz, kasidelerinde, padişahtan, sadrazamdan önce, hep Hz. Peygamberi (sas) övmüşler, Allah'a hamd ü sena etmişlerdir. Klâsik edebiyatımızın hemen bütün şairleri, eserlerinde, ya bir âyet-i kerîmeye ya bir hadîs-i şerîfe veya ıslâm tarihindeki bir hâdiseye telmihte bulunmuşlardır. Kısacası, Tanzimat'a kadar Türk edebiyatı, ıslâmî değerlerin yoğun bir şekilde işlendiği bir edebiyat olmuştur.

Tanzimat'tan sonraki Türk edebiyatında da, şinasi'den, Ziya Paşa'ya, Namık Kemal'den, Ahmet Cevdet Paşa'ya, Abdülhak Hâmid'den, Muallim Nâci'ye, Tevfik Fikret'ten, Ömer Seyfettin'e, Yahya Kemal'den, Süleyman Nazif'e, Ahmet Hamdi Tanpınar'dan, Peyami Safa'ya, Tarık Buğra'dan, Mustafa Kutlu'ya, hattâ, Attila ılhan'dan, Kemal Tahir'e kadar, hemen bütün tanınmış şair, hikayeci ve romancılarımızın eserlerinde dinî muhteva önemli bir yer tutar. Tanzimat'tan sonraki Türk edebiyatında, Mehmet Akif, Necip Fazıl, Sezai Karakoç ve onların çizgisinden gelen genç nesil edebiyatçılar da eserlerinde, dini, hayatın olmazsa olmaz temel değeri olarak görmüşler, eserlerini bu anlayışla kaleme almışlardır. Meselâ Mehmet Akif, bütün hayatını ve sanatını ıslâm'ı anlatmak için kullanmış; Necip Fazıl, otuz yaşından itibaren yarım asırlık sanat hayatında ıslâm'ı, ıslâmî değerleri anlatmayı hayatının gayesi hâline getirmiştir.

Yukarıda, Türk ve dünya edebiyatlarından verilen örneklerle açıkça ortaya konulduğu gibi, edebî eserlerin en önemli kaynağı dindir. Hemen bütün şair, hikâyeci, romancı büyük yazarlar, dine, dinî konulara, dinin her şeye hayat veren ulvî değerlerine, kayıtsız ve ilgisiz kalmamışlar, aksine, dini, sanatın ve edebiyatın en önemli kaynaklarından biri olarak görmüşlerdir. Bu anlayış, materyalist hayat tarzının Batı dünyasında çok yaygın olduğu on dokuzuncu ve yirminci yüzyıl için de geçerlidir. Yirminci yüzyılda, Batı'nın yetiştirdiği en tanınmış şair, yazar ve tenkitçilerden biri kabul edilen ve edebiyat tenkidi dalında Nobel Ödülü almış olan Thomas Stearns Eliot'a göre, büyük edebî eserler, dinî muhtevalı eserlerdir ve büyük şair ve yazar da, belli bir din ve ahlâk şuuruna sahip olan kimsedir.

Netice olarak, edebiyatın estetik zevk ve heyecan uyandırmak dışında bir fonksiyonu olmadığı, sanatın sanat için olduğu, dinle edebiyat arasında hiçbir münasebet bulunmadığı konusundaki görüş ve düşüncelerin, hiçbir ilmî değeri yoktur
.


ALINTI
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
DİN VE EDEBİYAT Left_bar_bleue10 / 99910 / 999DİN VE EDEBİYAT Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz