Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ


Essalamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatu..

Bayan Kardeşlerimize Özel İslami paylaşım Sitemize Hoşgeldiniz..

Hayırlı Paylaşımlarda bulunmanız ve daha kaliteli Hizmetler için lütfen Üye olunuz..



En Nisa Forum ekibi..




Join the forum, it's quick and easy

Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ


Essalamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatu..

Bayan Kardeşlerimize Özel İslami paylaşım Sitemize Hoşgeldiniz..

Hayırlı Paylaşımlarda bulunmanız ve daha kaliteli Hizmetler için lütfen Üye olunuz..



En Nisa Forum ekibi..


Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
En son konular
» Kocası çoğu Zaman Namaz Kılmayan Bir Kadının Kocasıyla Olan Durumu Zinâ Sayılır Mı?
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyC.tesi Nis. 09, 2016 5:48 pm tarafından EN_NİSA

» selamun aleykum
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Eyl. 10, 2015 10:52 am tarafından EN_NİSA

» Soru kandillerde oruç tutuyorum.......?
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPtsi Haz. 15, 2015 1:26 am tarafından EN_NİSA

»  Kadir Gecesinin Fazileti
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyCuma Haz. 12, 2015 5:52 pm tarafından EN_NİSA

» Yolcunun Oruç Tutmamasının Caizliği
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyCuma Haz. 12, 2015 9:13 am tarafından EN_NİSA

» Ölünün Oruç Borcunu Velisinin Kaza Etmesi
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:52 am tarafından EN_NİSA

» Ramazan Borcunun Kazası
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:48 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlunun Tedavi İçin Hacamat Yaptırması
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:34 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlunun Cünüp Olarak Sabahlaması
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:34 am tarafından EN_NİSA

» Orucu unutarak bozan kimse ne yapmalıdır?
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:25 am tarafından EN_NİSA

» İftarda Acele Etmenin Fazileti
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:16 am tarafından EN_NİSA

» Sahur Yemenin ve Onu Geciktirmenin Fazileti
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:14 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlu Ne Zaman İftar Eder
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:10 am tarafından EN_NİSA

» Oruca Ne Zaman Başlanacağı
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:05 am tarafından EN_NİSA

»  Ramazan Hilalinin Görülmesiyle Oruca Başlanır Şevval Hilalinin Görülmesiyle Bayram Yapılır
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI EmptyPerş. Haz. 11, 2015 9:59 am tarafından EN_NİSA


TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI

Aşağa gitmek

TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI Empty TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Salı Nis. 17, 2012 5:01 pm

DİL NEDİR ?

Çok geniş anlamıyla dil, düşünce, duygu ve güdüleri, doğrudan doğruya ya
da dolaylı olarak bildirmeye yarayan herhangi bir anlatım aracıdır. Bu
tanım bütün canlıların kendi aralarındaki bildirişimlerle ilgili işaret
sistemlerini olduğu kadar, insanlar tarafından doğanın ve eşyanın ortak
kalıplar halinde manalandırılması olgularını da kapsamaktadır.

İnsan anlatım ve bildirişim için ya hareket eder (jest), ya da ses
çıkarır (konuşma) ya da belirli işaretler çizer (yazı). Konuşma dili,
yazı dili, hareket dili, insan dilinin üç ayrı görüntüsüdür.


LEHÇE NEDİR ?


Lehçe ya da Diyalekt, bir dilin belli bir coğrafî bölgedeki insanlar tarafından konuşulan çeşididir.

Bir dilin tarihi, bölgesel, siyasi sebeplerden dolayı ses, yapı ve söz
dizimi özellikleriyle ayrılan kolu, diyalekt. Kırgız Lehçesi, Kazak
Lehçesi vb.

Lehçe kendi kelime dağarcığı ve grameri olan sözel (sözlü veya işaretli
olan ama mutlaka yazılı olmayabilen) bir iletişim sistemidir; ağız da
denmektedir. Diyalektle uğraşan ilim kolu ise diyalektoloji
olarak adlandırılır. Lehçeyi konuşan kişilerin sayısı ve bölgenin
büyüklüğü değişir. Bu yüzden geniş bir bölgede pek çok lehçe olabileceği
gibi o lehçelerin konuşulduğu daha küçük bölgelerde de başka lehçeler
olabilir.


ŞİVE NEDİR ?


Şive: Konuşma tarzı. Aksan. Bir dilin bölgesel söyleniş tarzı.

Bir dil veya lehçenin daha az konuşma farkları gösteren ve bölgeden
bölgeye veya şehirden şehire değişebilen küçük kollarına denir.

Şivenin sebepleri fonetik ve morfolojik, folklorik farklılıklardır. Bir
şivede en eski dil yapılarından, komşu dillerden öğeler bulunabilir.
Coğrafik şartlara göre halkın gırtlak yapısı eski dilin seslerine aşina
olabilir.

Gitmek örneğinde:
-Karadeniz: cideyrum.
-Ege: gidiyom.
-Trakya: gitcem, örneklerindeki gibi.

Lehçe ile şive karıştırılmamalıdır.
Lehçe, bir anadilin koludur. Türkçenin belli başlı şiveleri Ege, Orta
Anadolu, Trakya, Karadeniz, Rumeli, Doğu, Güneydoğu ağızlarındadır.

Şivelerde dilbilgisi kuralları yoktur. Bölge kültürünü, yöre
özelliklerini taşır. Dilde, özellikle konuşma dilinde tekdüzeliği
kaldıran, empati uyandıran bir yanı vardır. Sakıp Sabancı merhum,
şivesini hiç değiştirmemiş, bir şive simgesidir.




TÜRK DİLİ'NİN GEÇMİŞİ ve ADIM ADIM MODERN TÜRKÇE


Türk dili, Ural-Altay dil grubuna dahil olup, Moğol, Tunguz, Kore
ve Japon dillerinin de yer aldığı Altay dilleri ailesi veya Altay
dilleri topluluğuna mensuptur.

Yapı bakımından Altay dilleri ailesine giren bütün dillerde olduğu gibi, Türkçe de eklemeli (mülâsık = yapışkan) dillerdendir.

İlk devreleri karanlık olmakla birlikte elde bulunan vesikalar ve Çin
kaynaklarının verdiği bilgiler, Türk dilinin geçmişinin, tarih öncesine
gittiğini göstermektedir. Ancak, Türkçe derli toplu metinler,
Yenisey-Orhun mezar taşları ile ele geçmiştir. Bilhassa Orhun
Âbideleri'nde işlenmiş bir Türkçe ile karşılaşılması, Türklüğün kendine
has alfabe sistemi, dil ve tarih şuurunun bulunmasına bakılırsa, Türk
dilinin tarih itibariyle daha eski zamanlara götürülebileceği fikrini
vermektedir. Zaten bu sahanın âlimleri, Orhun Âbidelerindeki işlenmiş ve
gelişmiş Türkçe'ye bakarak, dilin tarihî devrelerini, milattan önceki
devirlere çıkarmaktadırlar. Şimdiye kadar Rusya ve Çin sınırları içinde
bulunması, yapılacak kazıları imkânsız kıldığından, Türk dilinin
eskiliği meselesi şimdilik bu kadar aydınlatılmıştır. Esik, Kurgan vs.
gibi kazılar da zaten Ruslar tarafından yapılmaktadır. Aydınlatıcı
bilgiler, bu itibarla sınırlı olmaktadır. Ancak, bundan sonraki
çalışmalar, Türk dili için ümit verebilir.

Geçmişiyle birlikte Türkçe;

- Altay
- En Eski Türkçe
- İlk Türkçe
- Eski Türkçe
- Orta Türkçe
- Yeni Türkçe ve
- Modern Türkçe devri olmak üzere yedi ana devrede ele alınmaktadır.

Altay devri; Türk-Moğol dil birliğini
meydana getirmekte olup, Türkçe'nin Moğolca ile ayrılmaya başladığı veya
bir olduğu devirdir. Kısaca bu devir, Türk ve Moğol dillerinin ana
kaynağını teşkil etmektedir.


Proto-Türkçe de denilen En Eski Türkçe devriyle
İlk Türkçe devirleri hakkındaysa kesin bilgi bulunmamakta ve Türk
dilinin bu devreleri karanlık kalmaktadır. Ancak Türkçe'nin milattan
önceki ve milattan sonraki 1000 yıla yakın bir zamanı, bu devrenin
içindedir. Bu devrin temsilcisi Hunlar olup, haklarındaki bilgiler,
derme çatma ve dağınık da olsa, Çin kaynaklarından elde edilmektedir.


Eski Türkçe devri; Göktürkler'in tarih
sahnesine çıkmasıyla başlamıştır (536). Kağanlığı, Türk dilli
milletlerin teşkil ettiği Doğu Göktürk Devleti, 630 yılında; Batı
Göktürk Devleti ise 659 yılında, Çin idaresine geçmiştir. Bu esaretten
ve durgunluktan sonra, İkinci Göktürkler, Kutlug Kağan ve Vezir
Tonyukuk�un önderliğinde bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır. 682 yılından
sonra olan bu ikinci silkiniş ve kuruluş devrinde, Eski Türkçe eserler
yazılmıştır. Geçmişin musibetlerinden ve tecrübesizliklerinden, gelecek
nesillerin ders almasını ve Türk milletinin yok olmamasını, düşmanın
tatlı sözüne ve yumuşak hediyelerine aldanılmamasını isteyen vezir ve
kağanlar kendi ağızlarından, Orhun Âbideleri diye adlandırılan tarihî
eserleri miras bırakmışlardır.

Kendilerine has bir alfabeyle yazılan Orhun metinleri, taşlar üzerine
kazılmıştır. Âbideler, Vezir Tonyukuk, Bilge Kağan ve Kültigin adına
dikilmiş olup, kullanılan dil, bir hayli işlek ve açıktır. Bilhassa
Bilge Kağan Âbidesinde Türkçe, sanat kabiliyetini de sergilemiş ve
alabildiğine gür bir hitabet dili kullanılmıştır.
Eski Türkçe devrinin belgeleri yalnız Göktürklerden kalan tarihî miras
değildir. Bu devre, Uygur Türkleri'nin de katkısı vardır. Yalnız Uygur
metinleri daha çok dinî olup, Türk dilinin Uygurlara ait kısmı, Budizm,
Mani, Nesturî vs. gibi dinlere aittir. Uygurlar, önceleri Göktürk
yazısını kullanmakla birlikte daha sonra bu millî alfabeyi terk etmişler
ve Soğdlar tarafından kullanılan Uygur alfabesini almışlardır. Bu
alfabe, Türkçe'nin seslerini karşılamak yönünden Göktürk alfabesine
nispetle fakirdir. Ancak her iki alfabenin müşterek tarafı, İslâmî Türk
yazısında olduğu gibi, sağdan sola okunup yazılmasıdır. Bir de Uygur
alfabesinde harfler birleşebilmektedir. Uygur harfleri ayrıca Moğollar
tarafından da kullanılmıştır. Ancak Uygurların Manihey yazısını da
kullandıklarını belirtmek gerekir. Göktürk yazısını ise, tarihte yalnız
Göktürkler kullanmışlardır.
Eski Türkçe'yi gerek Göktürk, gerekse Uygur Türklerinin bıraktığı eserlerden takip etmekteyiz.


Orta Türkçe devrinde Türklük dünyası,
yeni bir medeniyete açılmış ve Türkçe, İslâm dünyası içinde yer
almıştır. Türklük, bu devre kadar çeşitli dinlere girmiş çıkmış olmakla
beraber, hâlâ bir arayışın içindedir. O, tabiatına en uygun dinin
nihayet İslâmiyet olduğunu anlamış; onuncu asrın başlarında
Karahanlılar'ın kurduğu devlet sayesinde yeniden toparlanmış, Satuk
Buğra Han'ın (ölm. 992) da 950 yılında bu dini kabulüyle, İslâmî inanç
içindeki yerini resmen almış ve tarih boyunca üzerine düşen vazifeyi
hakkıyla yapmıştır.
Bu bakımdan, Orta Türkçe devresine giren eserler, pek azı müstesna, ana
kaynak olarak verilen Türk âdet ve örfleri yanında İslâmîdirler. Türk
dili de bu medeniyete geçişle, artık yeni kelimelere açılmıştır. Bu
devrin dil yadigârlarının ilki Kutadgu Bilig ve Dîvânü
Lügâti�t-Türk�tür. Yûsuf Has Hacib, Kutadgu Bilig�i ile Türkçe'nin bu
devirdeki kabiliyetini ortaya koyarken, Kaşgarlı Mahmud da Dîvânü
Lügâti�t-Türk adlı eseriyle baştan başa Türkçe'yi, şive ve ağızlarına
kadar incelemeye çalışmış ve bu sahada ilk defa eser yazma şerefini
kazanmıştır.


Orta Türkçe devrinin içinde yine 13.
yüzyıldan sonra, batıda Osmanlı; kuzey ve güneyde Kıpçak; doğuda ise
Çağatay Türkçesi yer almaktadır. Bu Türk şîvelerinde, Orta Türkçe
devrinde pekçok eser yazılmış, bilhassa Kıpçak ve Çağatay Türkçesi
sahalarında, dille ilgili olan, gramer ve lügat kitaplarına geniş yer
verilmişti. Çağatay Türkçesi, eserlerini bilhassa 15. yüzyıla doğru
Semerkand ve Herat gibi kültür merkezlerinde vermiştir.


On beşinci yüzyıldan sonra, Orta Türkçe, yerini Yeni Türkçe devresine
bırakmıştır. Türkçe'nin bu devresi, 20. yüzyıla kadar sürmüştür. Bu
devirde Türklüğün tek bir alfabe sistemi vardır. Bütün Türk dünyası,
İslâmî Türk alfabesini kullanmakta ve bu alfabeyle anlaşma gayet kolay
olmaktaydı. Bu devir Türkçesi, en büyük dil yadigârlarını Osmanlı
Türkçesi'yle vermiştir. Ancak, Türkçe'nin dış ve iç yapısı yönünden pek
fazla değişmeye başlaması, bu devirde dilde çeşitli akımların doğmasına
sebep olmuştur.


Türk yazı dili: Türkçe, yazılı edebiyata
geçerken Arap, Fars, Çin, Yunan vs. gibi belli başlı dillerin dışında
pekçok batı dili, henüz yazılı edebiyata geçmemiştir. Fransız edebiyatı
14, Rus edebiyatı 11, İspanyol edebiyatı 12, İtalyan ve Alman
edebiyatları 13, İngiliz edebiyatı ise 15. yüzyıldan sonra yazılı
edebiyata sahiptirler. Dolayısıyla yazı dillerinin ortaya çıkması da
Türkçe'den bir hayli sonradır.

Türkçe'nin devrelerinden bahsederken, Türk dilinin ilk yazılı
vesikalarının Eski Türkçe devrinde olduğu zikredilmişti. Eski Türkçe,
Türklüğün, 11. yüzyıla kadar devam eden tek yazı dilidir. Eski
Türkçe'den sonra batıya yapılan göçler ve yeni kültür merkezlerinin
teşekkülüyle Türkçe, çeşitli bölgelerde farklılıklar göstermeye
başlamıştır. Kaşgarlı Mahmud, bu hususta Dîvân�ında ilk bilgi veren dil
âlimlerinden ve araştırıcılardandır.

Eski Türkçe'den sonra Türk yazı dili, Batı ve Kuzey-Doğu Türkçesi olmak
üzere iki ana kola ayrılmıştır. Orta Türkçe devresinde görülen bu
ayrılma, batıda Osmanlı ve Âzerî Türkçesi'ni ortaya çıkarırken,
Kuzey-Doğu Türkçesi de; kuzeyde Kıpçak, doğuda Çağatay Türkçesi'ni
meydana getirmiştir. Bunlardan Osmanlı Türkçesi, Türklüğün uzun ömürlü
ve kesintisiz olan, en büyük yazı dilidir. Yerini, 1908�den sonra
Türkiye Türkçesi'ne bırakmıştır. Batı Türkçesi'nin doğu dairesini
meydana getiren Âzerî Türkçesi ise, şifahî edebiyatın ve şiir
an�anesinin tesiriyle varlığını sürdürmüştür. Çağatay Türkçesi de yerini
Modern Özbek Türkçesi'ne bırakmakla birlikte, Doğu Türkçesi'ni bugün;
Kazak, Kırgız, Özbek vs. temsil etmektedir. Doğu Türkistan�ın dili olan
Modern Uygur Türkçesi de aynı daire içinde yer almaktadır.

Batı Türkçesi'nin doğu kolu olan Âzerî Türkçesi ise, önceleri Tebriz
ağzına dayanmakla birlikte sonraları Bakü ve Karabağ ağızlarının
yayılmasıyla üçlü bir kültür merkezine sahip olmuştur. Bakü ve Karabağ,
bu şîvenin Kuzey; Tebriz ve İran kısmı da Güney dalını meydana
getirmektedir. Bu ayırma, daha çok Âzerî Türklüğünün siyasî parçalanmaya
tâbi tutulmasıyla ortaya çıkmıştır. Bölgede fırsat ele geçince istiklâl
ilan eden bazı hükümetler, hemen Türkçe tedrisata başlamışlar ve
Türkiye�den öğretmenler getirerek dil birliğine yönelmişler, ancak bu
hareketler, İran ve Rusya�nın işbirliğiyle yok edilmiş, zaman zaman bu
işbirliğinin içine İngiltere de katılmıştır.

Türkçe'nin Ana Türkçe'ye bağlı olan iki lehçesi daha vardır. Bunlar;
Çuvaş ve Yakut lehçeleridir. Ana Türkçe'de birleşen bu lehçeler;
yukarıda sözü edilen şîvelerden ayrı bir yol takip ederek, tarih boyunca
günümüze kadar gelmişlerdir. Bunlardan Çuvaşça, Türk-Moğol dil
akrabalığının ve birliğinin aydınlatılmasında köprü
vazifesi gören mühim bir lehçedir. Fikir ve düşünce itibariyle asıl
Türklükten ayrılmayan bu lehçe, kendine mahsus ayrı bir yol takip
etmiştir. Bugün, anlaşılmaz bir durum arz etmektedir. Zaten lehçe; bir
dilin, bilinmeyen bir zamanda, kendisinden ayrılan ve anlaşılmayacak
kadar farklılıklar gösteren koluna denmektedir.

Türk dili, bütün bu târihî devreler ve yazı dilinin gelişmesi içinde
çeşitli kültürlerin ve dillerin tesirinde kalmıştır. Bu yüzden de dilde
bazı cereyanlar ortaya çıkmıştır. Bunların başlıcası Türkçecilik
cereyanıdır.
Türk Dili, tarihî devirler içinde, yalnız Göktürk Türkçesi'nde açıklık
göstermektedir. Ancak bu zamandan sonradır ki Türkçe, Uygurlar zamanında
ve İslâmî devreye geçildiği zamanlarda, Türk milletinin çeşitli
medeniyet ve dinlerle karşılaşmasının sonucu, yabancı dillerden pekçok
kelime almıştır. Eski Türkçe devresinde bu durum daha çok, Soğdca'dan
gelmiştir. Tercüme edilen Brahma, Mani ve Buda metinleri, yeni fikir ve
mefhumları karşılamak için, din kültürünün kelimelerini de
beraberlerinde getirmişlerdir.

İslâmî devre içinde de aynı durum görülmektedir. Bu zamanda Türk
dünyası, bütün gönlünü İslâmiyet'e açtığı gibi, dilimiz de pekçok
kelimeyi almaktan çekinmemiştir. Fakat bu durum, Kaşgarlı Mahmud�la
başlayan bir cereyanı da doğurmuştur. Türkçe, yalnız İslâm medeniyeti
içinde değil, komşu bulunduğumuz ve devlet içinde yer alan kavim ve
milletlerin dillerinden de pekçok kelime almıştır. Tanzimat'tan sonra
bile, batıya açılmamızla batı menşeli kelime ve gramer şekilleri,
gitgide Türkçe'de yer etmiştir. Bu durum, hangi devirde olursa olsun
dilin iç ve dış tarihi yönden başka dillerin tesiri altında kalmasına
sebep olmuş ve tarihte Türkçecilik cereyanını doğurmuştur.

Kaşgarlı Mahmud ile başlayan dil şuuru, Türkçecilik cereyanının çeşitli
şîvelerde nüvesini teşkil etmiş ve müelliflerle şairler, Türkçecilik
cereyanını başlatmışlardır. Bu durum, Karamanoğlu Mehmed Bey gibi bazı
beylerde Arapça ve Farsça'ya karşı, Türkçe'nin devlet dili olması için
bir tepki şeklinde doğmuş, bazı müelliflerde sadece Türkçe yazmak arzusu
ile ortaya çıkmış; bazı şâirlerdeyse Türkçe'nin işlenmesi ve gramer
düşüncesiyle gerçekleştirilme yoluna gitmiştir. Fakat asıl istek, 13. ve
15. yüzyıllarda, beyliklerin desteği ve teşvikiyle olmuştur. Osmanlı,
İsfendiyar ve Aydınoğullarında görüldüğü gibi, beyler, eserleriyle bu
cereyana katılmışlardır. Ayrıca Karamanoğlu Mehmed Beyden önce 13.
yüzyıl başlarında, Selçuklu sarayında Türkçe yazan şairler vardır. Ahmed
Fakih ile Hoca Dehhânî bunlardandır.

Arapça ve Farsça'dan ayrılmanın imkânsız olduğunun, mensubu bulunduğumuz
İslâm inancı ile bilinmesini isteyen bazı müellif ve şairler de,
Türkçe'yi bu dillerden alınacak kelimelerle işleyip, çeşni ve halâvetine
kavuşturmak istemişlerdir. Şunu da belirtmek lâzımdır ki, Türkçe,
sadece başka dillerden kelime almamış, en azından aldığı kadar da başka
lisanlara kelime vermiştir.
Anadolu sahasında ilk Türkçecilik cereyanını başlatanlar, 14. asırda,
Gülşehrî, Âşık Paşa, Kadı Darir, Şeyhoğlu Mustafa, Hoca Mesud gibi
şahsiyetlerdir. Bu halkaya 15. yüzyılda İkinci Murad Han, Devletoğlu
Yûsuf, Sarıca Kemâl, Aydınlı Visâli, 16. asırda ise Tatavlalı Mahremî ve
Edirneli Nazmî eklenmişlerdir. Hatta 16. yüzyılda gözle görülen bu
akıma, şuarâ tezkirelerinde yer verilmiş, daha sonra Türkî-i Basit
Cereyanı diye adlandırılmıştır.
Doğu Türkçesi'ndeyse bu cereyan, Timur Han'da nüvesini bulmakla
birlikte, asıl, Türkçe âşığı bir hükümdar olan Hüseyin Baykara ve mektep
arkadaşı Ali Şîr Nevâî�de şahsiyetini bulmuştur. Hüseyin Baykara, bu
hususta bir ferman çıkarırken, Ali Şîr Nevâî de Türkçe'nin üstünlüğünü
ispat yoluna gitmiş ve onun kudretli bir dil olduğunu göstermek için
pekçok eser yazmıştır. Hüseyin Baykara'nın ise Türkçe Dîvân'ı vardır.

On yedinci yüzyılın ikinci yarısında bu fikre sahip çıkan, Nâbî'dir. On
sekizinci asırda Sâdi Çelebi, mahallîleşme cereyanının temsilcisi olan
Nedim, 19. yüzyılda Padişah İkinci Mahmud Han ve Vakanüvis Esad Efendi
de aynı fikirden hareket etmişler ve bu hâl, Tanzimat'a kadar gelmiştir.
Tanzimat'tan sonra Namık Kemal, Ali Süâvi, Ahmed Midhat Efendi,
Şemseddin Sâmi, Muallim Nâci, işi ilmî ölçüler içinde halletmek için,
çeşitli fikirler ileri sürmüşlerdir.
Bundan sonra, artık, dilde iki düşünce vardır: Bunlardan birisi; ilmî
ölçüler içinde Türkçe'ye sahip çıkmak; diğeriyse tasfiyecilik denilen
dili fakirleştirme cereyanıdır. Bunlardan birinci fikre, Türk Derneği
mensupları ile Selânik�te Genç Kalemler sahip çıkmışlardır. Türk Derneği
'kullanılacak lisânın, en sâde Osmanlı lisânı olacağını' söylerken,
Genç kalemlerse konuştuğumuz İstanbul lisanını istemektedir. Türk
Derneğinin görüşlerine Necip Âsım; genç Kalemlerinkine de Ali Cânib,
Ömer Seyfeddin ve Ziya Gökalp üçlüsü önderlik etmişlerdir.
Cumhuriyet devrinde, bir ara denenen, Türkçe olmayan bütün kelimeleri
dilden atmak şeklinde özetlenen ve Tasfiyecilik olarak isimlendirilen
hareket, ortaya çıkan vahim neticeleri sebebiyle terk edilmiş ve 1936
yılından sonra tasfiyecilik hareketlerine, kesinlikle iltifat
edilmemiştir. Hattâ ******, Türkçe'nin eskiliği ve başka dillerin
kaynağı olduğu tezinin neticesi olarak, Güneş-Dil Teorisini ortaya atmış
ve yabancı olduğu söylenen her kelimenin Türkçe olduğunu kabul
etmiştir. Bu durumda 'Hangi dilden gelirse gelsin Türk Milletinin
konuştuğu her kelime Türkçe'dir' hükmü ortaya çıkmıştır.

******'ün ölümünden sonra ise, tasfiyecilik, yalnız dildeki kelimeleri
atmakla kalmamış, ilim tanımaz bir yola da sapmıştır. Türkçe'nin kendi
kaide ve kanunlarına bile ehemmiyet verilmemiş ve pekçok kelime
uydurulmuştur. Bu hareket, Türk Dil Kurumu'nun önderliğinde olmuştur.
Kurum, ilim dışı bir yol takip ederek, pekçok dil âlimini bünyesinden
uzaklaştırmış, halk ağzından derlenen kelimeleri, Türk yazı diline mal
edememiş ve bu işi siyasî devrimcilere bırakmıştır. 12 Eylül 1980'e
kadar süregelen bu hareket, sonunda durdurulmuştur.

Konuşulduğu saha 19.878.368 km2 olan Altay dillerinin % 55,11'ini
Türklerin yaşadığı yerler meydana getirmektedir. Türklerin yaşadığı
saha, Avrupa kıtasından büyük olup, 10.955.840 km2'yi bulmaktadır. Bu
sahanın büyük bir kısmı, Asya topraklarındadır. Dağılan SSCB'nin %
37'sini teşkil ederken, halen Çin topraklarının da % 18'inde Türkler
yaşamaktadır. Bunun dışında Afganistan, İran ve Eski Osmanlı
topraklarında ve Kıbrıs'taki Türklerin nüfusu, büyük bir yekûn
tutmaktadır.

Türklüğün bu dağınıklığı, eski çağlardan beri böyle olup, geniş vatanda
yerleşmeleri ve pekçok kültür merkezleri meydana getirmeleri, Türkçe'nin
pek fazla kardeşlenmesine sebep olmuştur. Aynı dilin, bu kadar coğrafya
içinde bölgelere göre çeşitli kollarının teşekkül etmesi, bu sahayla
uğraşan âlimleri, Türk şîvelerinin tasnifi gibi güç bir problemin içine
atmıştır. Bu meseleyle ilk karşılaşan, Kaşgarlı Mahmud olmuştur. Bugün
Türk şîvelerinin tasnifi üzerinde çalışan pekçok Türkolog mevcuttur. Alıntı
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI Left_bar_bleue10 / 99910 / 999TÜRK DİLBİLGİSİ VE KURALLARI Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz