En son konular
Nefisle cihad nasıl olmalı ve cinsel baskıdan kurtulma çaresi nedir?
Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum :: İslami Soru/Cevap Bölümü :: Ahlakla ilgili Sorular
1 sayfadaki 1 sayfası
Nefisle cihad nasıl olmalı ve cinsel baskıdan kurtulma çaresi nedir?
Soru
insan
ne kadar iyi bir dindar olsada nefsine mağlup oluyor. Sonra pişman
oluyor. Daha sonra bu pişmanlığık benden adam olmaz oluyor. Bizde
nimetlerden yararlanmak istiyoruz(internet v.s) ama araya nefis girip
onu kötüleştiriyor. Tövbe edip bir daha gunah işlemek bir daha aynısını
yapmak insanı mahvediyor.Tövbe-günah,tövbe-günah derken insan tamamen
yoldan cıkmaktan korkuyor. Ne yapmalıyız nasıl korunmalıyız..
Cevap
Değerli kardeşimiz;
İnsan
hangi durumda olursa olsun tevbe etmekle mükelleftir. Şeytan insanı
ümitsizliğe sevkedip tevbe etmesini engellemeye çalışır. Bunu yaparken
bir yandan nefside ıslah edip ilerlemeye çalışmak gerekir.
Al-i İmran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:
"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı
anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları
günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—İşte onların mükâfatı,
Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir.
Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne
güzeldir."(Âl-i İmrân Sûresi, 135-136.)
Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması
için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı
aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl
karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur?
Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:
"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer
o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah
noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte
Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." (İbni Mace,
Zühd:29.)
Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır" sözü mühim
bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden
insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu
alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler.
Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin
bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah
tohumu zaman içinde—Allah korusun yeşillenerek bir zakkum ağacı haline
dönüşebilir. (Lem'alar, s. 7; Mesnevî-iNuriye, s. 115.)
Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için
bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine
çeki düzen vermesi gerekir. (bkz. Mehmet Paksu, Sünnet ve Aile)
Allah'ı sevdiğini söylemenin ölçüsü nedir?
Allah’ı sevmek ve onun razı olduğunu bilmek soyut bir durum olduğu için
anlamak zordur. Bir insan ben Allah’ı seviyorum diyebilir. Fakat bu
durum içimizdeki bir duyguyu anlattığından dolayı, dışımızda bunu
göstermemiz gerekir.
Diğer taraftan, Allah bizden razı mı? Biz onun yanında nasıl bir kuluz?
Bu sorular da aynı şekilde anlaşılması zor konulardır. Bunu anlamanın
da bir yolu olmalı.
İşte hem bizim Allah’ı sevdiğimizin anlaşılması, hem de Allah’ın bizden
razı olduğunu anlamanın yolunu şu ayeti kerime de Allah’ımız
bildiriyor. “Ey Muhammed deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi
olun, ta ki Allah ta sizi sevsin.”
Dikkat edilirse Allah’ı sevmemizin göstergesi Hz. Peygamber Efendimize
uyarak islamı yaşamaktır. Biz Peygamberimize uyarak hayatımızı
yaşarsak, netice de Allah’ın da bizi sevdiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Mesela, babanızı ve annenizi sevdiğiniz nasıl
anlaşılır. Onların isteklerini yapar, memnun olmadığı şeyleri de terk
ederseniz, o zaman sevdiğiniz ortaya çıkmış olur. Onlar bize demeseler
bile biz bundan anlarız ki onlar da bizi seviyorlardır. Tam tersi olsa
dediklerinin hiç birini yapmam ama, kalbime bak onları çok seviyorum
dese kime inandıra bilirsiniz.
Demek ki Allah Peygamberimizi bir model olarak yaratmış ve en güzel
örnekleri onda göstermiş. Bize de, eğer beni seviyorsanız, size
Peygamber gönderdiğim Hz. Muhammed’e uyunuz. O takdirde anlayın ki ben
de sizi seviyorum. Sözün özü: Allah’ın bizi sevdiğinin göstergesi,
bizim ne kadar Hz. Muhammed’e benzediğimizdir. Ona göre sonuca
varabiliriz.
Size, bize ve tüm insanlara yol haritası kur’an ve Sünnettir. Bundan
başkasını size tavsiye edemeyiz. Yani kur’anı ve sünneti rasulullahı (
a.s.m ) kendimize rehber edinmek, kendimizi onlara endekslemek ve imani
bahis ve kitapları tefekkür ile okumaktır. Yani imanın ve kur’anın
anlattığı ve bahsettiği kurani ve imani kitaplar bulabilseniz veya bu
konuları tefekkür ve mütalaa eden şahsiyetlerle beraber olmakla
onlardan istifade edebilseniz sizin hem dünyanıza hem de ahiretinize
faydalı olacaktır.
Namazları vaktinde kılmak, büyük günahlara dikkat etmek ve namazın
arkasındaki tesbihatı yapmak ayrıca sizi tekamül ettirecektir.
Ayette geçen Nefis ve Malın Allah’a satılması ne demektir?
Nur Külliyatında, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını
cennet mukabili satın almış bulunuyor” mealindeki âyet-i kerimenin
tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu
mesaj yüklenir. “Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim
tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine
yükselecek.” Sözler
Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir
cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla
karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan
ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet
kazanıyorlar. Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya
veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı, fabrikadan şeker
olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar.
İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak
nefis ve malını, Rabbinin emir tezgâhına soksa, alâ-yı illiyyin denilen
o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak.
Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz, mal denilince de zâtın
tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle, “nefis” insana
ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil
etmekte. Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i
safiline düşüren imtihan âletleri.
Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım.
İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna
kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı
yükseltirken, diğerleri alçaltır.
İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve
kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha
nice müspet ve menfi mânâlara açık. İnsanın alâ-yı illiyyîne
yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun.
Kalbe bağlı lâtifeler, hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da
insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. Sevgiden
başlayalım. İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlâsını sever, yahut
nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür.
Bir diğeri, “endişe duygusu.” İnsan, ya maddî ve dünyevî problemleri
kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut,
bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan
çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi, aşağıların aşağısı,
ikincisi yüceler yücesidir.
Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla sâlih amel de
işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara,
ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Nur Külliyatında,
“küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder”
denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i
takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini
rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak
aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize
edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel
taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu
farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı
kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine
zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin -kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim,
mütevazı- mağrur gibi.
Bu misâle göre:
•Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
•Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”
•Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”
Allah Resulü (a.s.m.), “Dünya âhiretin tarlasıdır” buyurur. O halde
insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “alâ-yı illiyyîn”
şerefine erecektir ki, bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak
kendini göstersin. Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i
safilîne” lâyık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin.
Sözün özü: Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada
yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor
yahut azaba düşüyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
insan
ne kadar iyi bir dindar olsada nefsine mağlup oluyor. Sonra pişman
oluyor. Daha sonra bu pişmanlığık benden adam olmaz oluyor. Bizde
nimetlerden yararlanmak istiyoruz(internet v.s) ama araya nefis girip
onu kötüleştiriyor. Tövbe edip bir daha gunah işlemek bir daha aynısını
yapmak insanı mahvediyor.Tövbe-günah,tövbe-günah derken insan tamamen
yoldan cıkmaktan korkuyor. Ne yapmalıyız nasıl korunmalıyız..
Cevap
Değerli kardeşimiz;
İnsan
hangi durumda olursa olsun tevbe etmekle mükelleftir. Şeytan insanı
ümitsizliğe sevkedip tevbe etmesini engellemeye çalışır. Bunu yaparken
bir yandan nefside ıslah edip ilerlemeye çalışmak gerekir.
Al-i İmran suresinde şu mealdeki bir ayeti kerime yer almaktadır:
"Ve bir günah işledikleri veya nefislerine zulmettikleri zaman, Allah'ı
anarak günahlarının bağışlanmasını isteyenler, hem de yaptıkları
günahta bile bile ısrar etmemiş olanlar—İşte onların mükâfatı,
Rablerinden bir mağfiret, ağaçları altından ırmaklar akan Cennetlerdir.
Orada ebedi olarak kalacaklardır. Güzel amel yapanların mükâfatı ne
güzeldir."(Âl-i İmrân Sûresi, 135-136.)
Demek ki, bir tövbenin kabul olması, bir günahın affa liyakat kazanması
için hiçbir mazeret yokken o günahta ısrar edilmemesi şartı
aranmaktadır. Bir insan sadece nefsini yenemediğini, çevresinin nasıl
karşılayacağını bahane ederek bir haramı işlemeye devam ederse ne olur?
Bu husustaki bir hadisin meali şöyledir:
"Mü'min bir günah işlediği zaman kalbinde siyah bir nokta belirir. Eğer
o günahtan el çeker, Allah'tan günahının affını dilerse, kalbi o siyah
noktadan temizlenir. Eğer günaha devam ederse, o siyahlık artar. İşte
Kur'ân'da geçen 'günahın kalbi kaplaması' bu mânâdadır." (İbni Mace,
Zühd:29.)
Evet, "Her bir günah içinde küfre gidecek bir yol vardır" sözü mühim
bir gerçeği dile getiriyor. Şöyle ki, bir günahı işlemeye devam eden
insan zamanla o günaha alışır, terk edemez bir hale gelir. Bu
alışkanlık onu gün geçtikçe daha büyük manevî tehlikelere sürükler.
Günahın uhrevî bir cezasının olmayacağına inanmaya, hattâ Cehennemin
bile olmaması gerektiğine kadar gider. Yani kalpte yer tutan o günah
tohumu zaman içinde—Allah korusun yeşillenerek bir zakkum ağacı haline
dönüşebilir. (Lem'alar, s. 7; Mesnevî-iNuriye, s. 115.)
Böyle bir tehlikeye maruz kalmamak ve şeytanın kinlerine kanmamak için
bir an önce tövbeyi icap ettirecek günahı terk ederek insanın kendine
çeki düzen vermesi gerekir. (bkz. Mehmet Paksu, Sünnet ve Aile)
Allah'ı sevdiğini söylemenin ölçüsü nedir?
Allah’ı sevmek ve onun razı olduğunu bilmek soyut bir durum olduğu için
anlamak zordur. Bir insan ben Allah’ı seviyorum diyebilir. Fakat bu
durum içimizdeki bir duyguyu anlattığından dolayı, dışımızda bunu
göstermemiz gerekir.
Diğer taraftan, Allah bizden razı mı? Biz onun yanında nasıl bir kuluz?
Bu sorular da aynı şekilde anlaşılması zor konulardır. Bunu anlamanın
da bir yolu olmalı.
İşte hem bizim Allah’ı sevdiğimizin anlaşılması, hem de Allah’ın bizden
razı olduğunu anlamanın yolunu şu ayeti kerime de Allah’ımız
bildiriyor. “Ey Muhammed deki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi
olun, ta ki Allah ta sizi sevsin.”
Dikkat edilirse Allah’ı sevmemizin göstergesi Hz. Peygamber Efendimize
uyarak islamı yaşamaktır. Biz Peygamberimize uyarak hayatımızı
yaşarsak, netice de Allah’ın da bizi sevdiğini rahatlıkla
söyleyebiliriz. Mesela, babanızı ve annenizi sevdiğiniz nasıl
anlaşılır. Onların isteklerini yapar, memnun olmadığı şeyleri de terk
ederseniz, o zaman sevdiğiniz ortaya çıkmış olur. Onlar bize demeseler
bile biz bundan anlarız ki onlar da bizi seviyorlardır. Tam tersi olsa
dediklerinin hiç birini yapmam ama, kalbime bak onları çok seviyorum
dese kime inandıra bilirsiniz.
Demek ki Allah Peygamberimizi bir model olarak yaratmış ve en güzel
örnekleri onda göstermiş. Bize de, eğer beni seviyorsanız, size
Peygamber gönderdiğim Hz. Muhammed’e uyunuz. O takdirde anlayın ki ben
de sizi seviyorum. Sözün özü: Allah’ın bizi sevdiğinin göstergesi,
bizim ne kadar Hz. Muhammed’e benzediğimizdir. Ona göre sonuca
varabiliriz.
Size, bize ve tüm insanlara yol haritası kur’an ve Sünnettir. Bundan
başkasını size tavsiye edemeyiz. Yani kur’anı ve sünneti rasulullahı (
a.s.m ) kendimize rehber edinmek, kendimizi onlara endekslemek ve imani
bahis ve kitapları tefekkür ile okumaktır. Yani imanın ve kur’anın
anlattığı ve bahsettiği kurani ve imani kitaplar bulabilseniz veya bu
konuları tefekkür ve mütalaa eden şahsiyetlerle beraber olmakla
onlardan istifade edebilseniz sizin hem dünyanıza hem de ahiretinize
faydalı olacaktır.
Namazları vaktinde kılmak, büyük günahlara dikkat etmek ve namazın
arkasındaki tesbihatı yapmak ayrıca sizi tekamül ettirecektir.
Ayette geçen Nefis ve Malın Allah’a satılması ne demektir?
Nur Külliyatında, “Muhakkak, Allah müminlerden nefislerini ve mallarını
cennet mukabili satın almış bulunuyor” mealindeki âyet-i kerimenin
tefsiri yapılırken bir temsil getirilir ve temsilin bir yerine de şu
mesaj yüklenir. “Hem o fabrikadaki âletler benim namımla ve benim
tezgâhımda işlettirilecek. Hem fiyatı, hem ücretleri birden bine
yükselecek.” Sözler
Bir sohbette arkadaşlarıma, toprağın ve suyun fiyatlarını sormuş ve bir
cevap alamamıştım. Muzun fiyatını sorduğumda ise yüksek bir rakamla
karşıma çıkmışlardı. İşte toprak ve su Allah’ın bir fabrikası olan
ağaca girdiklerinde, öteden muz olarak çıkıyor ve büyük bir kıymet
kazanıyorlar. Aynı şekilde, otu inek denilen bir canlı fabrikaya
veriyoruz, et ve süt elde ediyoruz. Şeker pancarı, fabrikadan şeker
olarak çıkarken, çiçek tozları kovanda bal oluyorlar.
İnsan, etrafını saran böyle sonsuz ibret tablolarından ders alarak
nefis ve malını, Rabbinin emir tezgâhına soksa, alâ-yı illiyyin denilen
o üstün makama erecek ve cennet ehli olma şerefine kavuşacak.
Nefis denilince insanın zâtını anlıyoruz, mal denilince de zâtın
tasarrufuna verilen emanetleri. Bir başka ifadeyle, “nefis” insana
ihsan edilen dahilî nimetleri; “mal” ise haricî nimetleri temsil
etmekte. Her ikisi de insanı ya alâ-ı İlliyyîne çıkaran yahut esfel-i
safiline düşüren imtihan âletleri.
Âyet-i kerimede nefisten başlandığını dikkate alarak nefsimiz üzerinde biraz duralım.
İnsan aklı, fizik ve kimyadan, ticaret ve ziraattan, kumar ve soyguna
kadar her şeyde istimal edilmeye müsait. Bunların bir kısmı insanı
yükseltirken, diğerleri alçaltır.
İnsan kalbi bir umman. İman ve küfürden, adalet ve zulme, tevazu ve
kibre, itaat ve isyana, muhabbet ve nefrete, af ve intikama ve daha
nice müspet ve menfi mânâlara açık. İnsanın alâ-yı illiyyîne
yükselmesinde yahut esfel-i safilîne yuvarlanmasında en büyük pay onun.
Kalbe bağlı lâtifeler, hisler bedenin organlarından çok. Bunlar da
insanı ya yücelere çıkarır yahut çukurlara düşürür. Sevgiden
başlayalım. İnsan bu his ile, ya Rabbini ve Mevlâsını sever, yahut
nefsini ve menfaatini. İşte birinci hâl yükseliş, ikincisi çöküştür.
Bir diğeri, “endişe duygusu.” İnsan, ya maddî ve dünyevî problemleri
kendisine dert edinir, bunların endişesiyle ruhunu perişan eder. Yahut,
bu dünya yolculuğunun cehennemle son bulma endişesi onu durmadan
çalışmaya, gayrete ve duaya sevk eder. Birincisi, aşağıların aşağısı,
ikincisi yüceler yücesidir.
Beş duyumuz da bu ölçüye vurulmalı. İnsan bunlarla sâlih amel de
işleyebilir, isyan ve günah da. Birinciler, insanı en ileri makamlara,
ikinciler ise en derin azaplara hazırlar. Yine Nur Külliyatında,
“küfür, mahiyet-i insaniyyeyi yıkar, elmastan kömüre kalbeder”
denilerek, büyük bir hakikat dersi verilir. Demek ki, insan ahsen-i
takvim ile ifade buyrulan bir elmas mahiyetinde yaratılmış. Kendisini
rıza çizgisinden, istikamet hattından dışarı çıkarırsa, ceza alarak
aşağıların aşağısına atılıyor. Bu çöküş “kömür” olmakla sembolize
edilmiş. Bilim adamlarımızın ifadelerine göre, elmasla kömürün temel
taşları aynı. Sadece kristalleşme şekilleri farklı. İşte bu
farklılıktan birbirine zıt iki mahiyet doğuyor. Aynı harflerle farklı
kelimelerin yazılabilmesi gibi, aynı insan mahiyetinden de, birbirine
zıt meyveler çıkabiliyor: Mümin -kâfir, salih-fasık, âdil-zâlim,
mütevazı- mağrur gibi.
Bu misâle göre:
•Ahsen-i takvim, “en güzeli yazabilecek kıvamda, kabiliyette yaratılmış olma.”
•Alâ-yı illiyyîn, “bunu başarabilenlerin yüksek makamı.”
•Esfel-i safilîn, ise “yanlış yazanların büyük düşüş ve çöküşü.”
Allah Resulü (a.s.m.), “Dünya âhiretin tarlasıdır” buyurur. O halde
insan bu dünyada, çekirdek kabilinden de olsa, “alâ-yı illiyyîn”
şerefine erecektir ki, bu mazhariyet âhirette o yüce makam olarak
kendini göstersin. Ve yine insan, işlediği isyanlarla, “esfele-i
safilîne” lâyık olacaktır ki, bu liyakat o dehşetli azabı meyve versin.
Sözün özü: Yüksek insanlar da, alçak insanlar da bu dünyada
yetişiyorlar. Ve âhirette her nefis kendi ameline uygun saadete eriyor
yahut azaba düşüyor.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet
Similar topics
» DOĞUM NASIL OLMALI
» ÖFKE NEDİR VE NASIL BAŞEDİLMELİDİR
» güneş lekeleri nedir nasıl geçer tedavi yöntemleri…
» DOĞUM VAKTİ... VALİZİNİZDE NELER OLMALI
» CİNSEL İLİŞKİ
» ÖFKE NEDİR VE NASIL BAŞEDİLMELİDİR
» güneş lekeleri nedir nasıl geçer tedavi yöntemleri…
» DOĞUM VAKTİ... VALİZİNİZDE NELER OLMALI
» CİNSEL İLİŞKİ
Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum :: İslami Soru/Cevap Bölümü :: Ahlakla ilgili Sorular
1 sayfadaki 1 sayfası
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
C.tesi Nis. 09, 2016 5:48 pm tarafından EN_NİSA
» selamun aleykum
Perş. Eyl. 10, 2015 10:52 am tarafından EN_NİSA
» Soru kandillerde oruç tutuyorum.......?
Ptsi Haz. 15, 2015 1:26 am tarafından EN_NİSA
» Kadir Gecesinin Fazileti
Cuma Haz. 12, 2015 5:52 pm tarafından EN_NİSA
» Yolcunun Oruç Tutmamasının Caizliği
Cuma Haz. 12, 2015 9:13 am tarafından EN_NİSA
» Ölünün Oruç Borcunu Velisinin Kaza Etmesi
Cuma Haz. 12, 2015 8:52 am tarafından EN_NİSA
» Ramazan Borcunun Kazası
Cuma Haz. 12, 2015 8:48 am tarafından EN_NİSA
» Oruçlunun Tedavi İçin Hacamat Yaptırması
Cuma Haz. 12, 2015 8:34 am tarafından EN_NİSA
» Oruçlunun Cünüp Olarak Sabahlaması
Perş. Haz. 11, 2015 10:34 am tarafından EN_NİSA
» Orucu unutarak bozan kimse ne yapmalıdır?
Perş. Haz. 11, 2015 10:25 am tarafından EN_NİSA
» İftarda Acele Etmenin Fazileti
Perş. Haz. 11, 2015 10:16 am tarafından EN_NİSA
» Sahur Yemenin ve Onu Geciktirmenin Fazileti
Perş. Haz. 11, 2015 10:14 am tarafından EN_NİSA
» Oruçlu Ne Zaman İftar Eder
Perş. Haz. 11, 2015 10:10 am tarafından EN_NİSA
» Oruca Ne Zaman Başlanacağı
Perş. Haz. 11, 2015 10:05 am tarafından EN_NİSA
» Ramazan Hilalinin Görülmesiyle Oruca Başlanır Şevval Hilalinin Görülmesiyle Bayram Yapılır
Perş. Haz. 11, 2015 9:59 am tarafından EN_NİSA