Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ


Essalamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatu..

Bayan Kardeşlerimize Özel İslami paylaşım Sitemize Hoşgeldiniz..

Hayırlı Paylaşımlarda bulunmanız ve daha kaliteli Hizmetler için lütfen Üye olunuz..



En Nisa Forum ekibi..




Join the forum, it's quick and easy

Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
بِسۡمِ ٱللهِ ٱلرَّحۡمَـٰنِ ٱلرَّحِيمِ


Essalamu Aleykum ve Rahmetullah ve Berekatu..

Bayan Kardeşlerimize Özel İslami paylaşım Sitemize Hoşgeldiniz..

Hayırlı Paylaşımlarda bulunmanız ve daha kaliteli Hizmetler için lütfen Üye olunuz..



En Nisa Forum ekibi..


Kur'an ve Sünnet Işığında Müslüman Hanımlara Özel İslami Forum
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.
En son konular
» Kocası çoğu Zaman Namaz Kılmayan Bir Kadının Kocasıyla Olan Durumu Zinâ Sayılır Mı?
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyC.tesi Nis. 09, 2016 5:48 pm tarafından EN_NİSA

» selamun aleykum
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Eyl. 10, 2015 10:52 am tarafından EN_NİSA

» Soru kandillerde oruç tutuyorum.......?
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPtsi Haz. 15, 2015 1:26 am tarafından EN_NİSA

»  Kadir Gecesinin Fazileti
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyCuma Haz. 12, 2015 5:52 pm tarafından EN_NİSA

» Yolcunun Oruç Tutmamasının Caizliği
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyCuma Haz. 12, 2015 9:13 am tarafından EN_NİSA

» Ölünün Oruç Borcunu Velisinin Kaza Etmesi
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:52 am tarafından EN_NİSA

» Ramazan Borcunun Kazası
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:48 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlunun Tedavi İçin Hacamat Yaptırması
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyCuma Haz. 12, 2015 8:34 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlunun Cünüp Olarak Sabahlaması
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:34 am tarafından EN_NİSA

» Orucu unutarak bozan kimse ne yapmalıdır?
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:25 am tarafından EN_NİSA

» İftarda Acele Etmenin Fazileti
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:16 am tarafından EN_NİSA

» Sahur Yemenin ve Onu Geciktirmenin Fazileti
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:14 am tarafından EN_NİSA

» Oruçlu Ne Zaman İftar Eder
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:10 am tarafından EN_NİSA

» Oruca Ne Zaman Başlanacağı
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 10:05 am tarafından EN_NİSA

»  Ramazan Hilalinin Görülmesiyle Oruca Başlanır Şevval Hilalinin Görülmesiyle Bayram Yapılır
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ EmptyPerş. Haz. 11, 2015 9:59 am tarafından EN_NİSA


KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:07 pm

GÖRDESLİ MAKBULE..





KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Adszgu4

Yunanlılar Sakarya Meydan Muharebesi’ni
kaybetmiş, Afyon mevzilerine çekilmişlerdi. Hummalı bir faaliyetle yeni
mevzilerini kuvvetlendirmeye çalışıyorlardı. Fakat Yunan Başkumandanlığı’nın
canını sıkan en mühim neden; en emniyetli olması lazım gelen cephe gerisi
hareketlerinin, bilakis büyük bir huzursuzluğa maruz kalmasıydı.
Cephe
gerilerinde gerilla harbi vardı. İşgal altında kalan Türkler mücadeleden vaz
geçmemişlerdi.
Küçük küçük gruplar halinde çalışan Türk çeteleri fırsat
buldukça, Yunan geri hizmet ve ikmal birliklerine baskınlar
yapmaktaydılar.
Cephe gerilerinin emniyetini sağlamak için buralarda
kullanılan muharip birliklerin bütün dikkati Akıncılar müfrezesindeydi. Zira en
büyük zararı bu müfrezeden görmekteydiler.
Gördes–Sındırgı–Akhisar üçgeni
içindeki sahada, bir Türk, (Gördesli Halil Efe) Akıncılar çetesi kendilerinden
çok üstün bir kuvvetle çarpışmaktaydı. Nâmüsaid şartlar içinde meydana gelen bu
karşılaşmada Akıncılar müfrezesinin tek avantajı araziyi iyi tanıması ve bu
sûretle manevra yapabilmesiydi. Buna rağmen, muharebeyi kesip sıyrılmaya imkân
yoktu ve çetenin cephanesi gitgide tükenmekteydi. Saatlerce süren bu gayrî
müsait çarpışma, muhariplerin moralini bozmaktaydı. Fakat, çetenin içinde
bulunan bir kadın kahramanın, zaman zaman kükremesi onlara, yeni bir mücadele
ruhu ve cesaret aşılamaktaydı.
Kükremiş bir
aslan

16 Mart 1922’de Kocayayla’da cereyan eden bu çarpışmada durum
gittikçe çetenin aleyhine dönmekteydi. Birçok muhariplerin gözü düşmandan çok,
çekilecek bir istikâmet aramakla meşguldü. Her zaman olduğu gibi bir ara
Makbûle’ Hanım’a yeni bir heyecan ihdas etme fırsatı çıktı. Düşman ateşinin
durakladığı bir sırada Makbûle’yi kükremiş bir arslan gibi düşmana saldırırken
görüyoruz. Bu hareketin ruhlarda yarattığı ateşin parlaması ile sönmesi bir
oldu. Çünkü bu genç ve cesur kadın, alnından aldığı bir mermi yarası ile yere
yıkıldı. Başta Halil Efe olmak üzere, bu acı kayıp bütün erkekleri sarstı.
Cesaret kaynaklarını kaybeden çete için muharebeye devam etmek, artık mümkün
değildi. O kadar değildi ki, bu mukaddes ve muazzez şehidenin mubârek naşını
bile kaçırmaya imkân yoktu. Onu gömmediler bile. Mevcut siperlerden birine
olduğu gibi yatırılan Makbûle’nin cesedi, birkaç avuç toprakla ancak
örtülebildi.
Gördesli Makbûle, Halil Efe ile 1921 senesinde evlenmişti. Fakat
bir çokları gibi bu bedbaht çiftin de balaylarını düşman karşısında geçirmeleri
mukaddermiş. Silaha sarılan genç karı–koca; kurdukları çete ile dağlara çıkarak;
aylarca düşmanla çarpışmıştı. Çok zaman baskın yapan, bazen da baskına uğrayan
Akıncı müfrezesi bir uğur ve kahramanlık sembolü gibi yanlarından ayrılmayan bu
kadın kahramandan örnekler aldı.




ALINTI..



NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:08 pm

ŞEHİT ŞERİFE BACI..



[s
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Efa61af377i

İşte Şerife gelin
bu köylü ve 21 yaşında. O’nu 16 yaşında evlendirmişlerdi. Düğünden iki ay sonra
Harbi Umumi patlak verdi. Kocasını askere aldılar. 6 ay sonra da Çanakkale’den
kocasının ölüm tezkeresi geldi. Kimsesizdi, hiçbir geliri yoktu. “Bu tazeliğiyle
yapayalnız durması yakışık almaz” diyen köyün yaşlıları, onu sakata ayrılmış bir
asker gazisi olan Topal Yusuf ile evlendirdiler.

Üç yıl sonra Şerife Gelin’in bir kızı
oldu. Küçük kıza Elif adını koydular. Elif anasını emiyor, emdikçe Şerife
Gelinin sütü artıyordu. Bunu fırsat bilen komşular, o günlerin salgın
hastalıkları yüzünden anası ölen, yetim kalan, süt ememeyen hangi çocuk varsa,
Şerife Gelin’e getiriyorlar; Köyün yetimlerini hep O emziriyordu. Belki de
bunlar çile günlerinin tabii bir yansıması idi. Sonuç olarak bu köyde yetimlerin
tamamı süt kardeşi, Şerife Gelin de süt anası olmuştu… Evdeki işlerle birlikte
dışarı işlerini de Şerife gelin yapardı. Öküzlerle çift sürmek, merkeple dağdan
odun getirmek, orakla ekin biçmek, döğen sürmek hepsi hepsi Şerife Gelin’i
gözlüyordu. Kocası Topal Yusuf’un sadece adı vardı. Savaşta sol bacağı kopmuş,
yakınında patlayan bomba bir gözünü kör etmişti… Kulaklarının duyması ise günden
güne ağırlaşıyordu. Bu haliyle O’nun iş yapması zaten mümkün değildi. Günlük
işlerini ve hizmetini de Şerife Gelin yapıyordu.
[/size]

Çile demet demet, hicran gökleri tutmuş,
gözyaşı diz boyu olmuş akıyordu. Nice şehit anaları oğlunun acı haberiyle
ciğerini dağlarken nice gelinler hayata küsmüş, nice umutlar baharında solmuştu.
Açlık, yokluk, perişanlık kol geziyordu. İnsanlar saadeti sadece ölümün
kollarında açan bir çiçek sanır hale gelmişlerdi. Artık gözler taa uzaklara,
umutlarsa bir başka bahara kalmış gibiydi.

Bir akşam üzeri köyde tellal
bağırıyordu.

“–
Eyyyyy ahali! Duyduk duymadık demeyin. Cuma günü her haneden bir kağnı,
İnebolu’ya yük taşımak üzere gidecektir”… Aynı tellal bir daha, bir daha olmak
üzere 3 sefer bağırdı. Bu, konunun önemini vurgulamak içindi. Üç sefer aynı
şeyin bağrıldığı pek vaki değildi. Demek ki bu konu olağanüstü bir önem
arzediyordu.

Herhangi
bir sebeple tellal bağırmışsa, o akşam konunun görüşülmesi için köy odasında
toplantı yapılırdı. Bunu herkes bildiğinden, toplantı için ayrıca duyuru
yapılmamıştı. Akşam yapılan toplantıda Muhtar şu açıklamayı
yaptı:

– Ankara’da
açılan yeni Meclis ve kurulan hükümet, Anadolu’ya saldıran Yunan askerine son
darbeyi vurabilmek için kış boyunca hazırlık yapıyormuş. Kulakları çınlasın iki
ay kadar önce köyümüze gelen M. Âkif, camimizde verdiği
vaazda:

– “Bir
milletin hayat hakkı ve varlığını sürdürme konusunda üstünüze bir görev düşerse,
yerine getirmekte aslâ tereddüt etmeyiniz. Vatana sahiplenmek için gerekirse
herbirimiz, toprağın koynuna girmeye aday olabilmeliyiz ki, bu vatan bizimdir
diyebilelim,” demişti. Komşular! Sizin anlayacağınız, deniz yoluyla İnebolu’ya
getirilen cephane ve top mermilerinin cepheye taşınması için bütün çevre köylere
görev verilmiş. Adına ister imece, ister salma, ister başka birşey deyiniz;
taşıma işi muhakkak halledilecekmiş. Bizim köyün taşıma sırası Cuma günü olarak
bildirildi. O gün, İnebolu’dan 80 kağnı cephane yüklenerek Kastamonu’ya doğru
yola çıkmamız gerekiyor. Herkes hazırlığını buna göre yapsın. Muhtar, bir de
liste hazırlamıştı. Listeyi baştan sona okudu. Sonra da:

– Burada olanlar olmayanlara haber
versin, dedi.

Herkes
birbirinin yüzüne “Burada kimler yok?” der gibi baktı… Toplantıda sekiz isim
yoktu. Bunlar adına da zaten kadın veya çocuk yaşta gençler gidecekti. O akşam
köy bekçisi sekiz kişinin evini dolaşıp yola ne zaman ve nasıl çıkılacağını
bildirdi. Her evden bir kağnı duyurunun yapıldığı şekilde Cuma günü vardı.
Şerife Gelin de bunlar içerisinde idi.

Tarih, 1921 yılının son günleriydi.
Birdenbire bastıran kar yolları kaplamıştı. Sıra ile cephaneler yüklendi.
Yüklemesi yapılan kağnı yola çıkıyordu. Şerife Gelin, köyde bakacak kimsesi
olmadığı için Elif’i yanına almıştı. Şerife Gelin’in kağnısına top mermileri
yüklendi, yol verildi… Şerife Gelin, İnebolu çıkışında kağnıyı durdurdu. Oraya
kadar sırtında taşıdığı kızı Elif için top mermilerinin arasında bir yer
ayarladı. Tek korunma aracı yün yorganını da top mermilerini ve kızını yağıştan
korusun diye, kağnı üzerine örttü. Sonra tekrar kağnı başına geçip “Bismillah”
diyerek öküzleri çekmeye başladı. Bu görevi onlarca köy, binlerce kağnı yaptığı
için yol güvenliği konusunda bir sorun yoktu. Soğuğa karşı korunaklı oldun mu
tamam! Hele hele öküzlerin iyi ise, işin kolay! Şerife Gelin, öküzleri çekiyor,
kar ise yağıyor, yağıyordu. Kağnı tekerleri karla karışık çamurlu yollarda
makamsız bir gıcırtının zevksizliğiyle ilerliyordu. Şerife Gelin’in bir korkusu
vardı; kendinden bile sakladığı bir korku. Kalbinde kocaman bir çıban, çaresiz
bir dertti bu… Ama onu hatırlamak istemiyor; azimle, hırsla kağnı arabasının
önünden tüm engelleri delercesine yürüyordu. İçten içe duâ etmeyi de ihmal
etmiyordu. Bu halde epeyce yol aldıktan sonra kağnı birden durdu. Şerife Gelinin
yüreciğindeki yara deşilmişti. Evet kara öküz yürümüyordu. Bu her zamanki huyu
idi. Zorlamaya, yüke hiç gelemezdi. Şerife Gelin yuları asıldı. Hayır!
Gelmiyordu. Öküzün ardına geçip gâh! dedi. Üvendire ile dürttü. Kara öküz biraz
yürüyüp tekrar durdu. Bir saat kadar önce yağan kar durmuş, hava soğumaya
başlamıştı.


Şerife Gelin:

– Kurbanın olayım kara tosun, beni perişan etme. Arabam top mermisi dolu;
Cepheye yetişmesi lazım. Haydi n’olur yürü. Haydi n’olur. Kara öküz az daha
yürüyüp boynunu eğdi, eğdi. Sonra olduğu yere gürpüden çöküverdi.

Şerife gelin:

– Eyvahhh! Ne yapacağım ben şimdi, diyerek tekrar kara öküzün yanına vardı.
Yalvarırcasına başını okşadı. Gözlerinden öptü, titreyen sesiyle:

– Haydi kara tosunum. N’olur yatma kalk. Boyunduruğa ben de koşulayım. Yeter
ki sen yatma. Kara öküz nice zorlamayla yerinden kalktı. Boyunduruğu kaldıramaz
gibi boynunu yere eğiyordu. Bereket öbür eşi sarı öküz güçlü idi; zaten kağnı
buraya kadar onun sayesinde gelebilmişti. Şerife Gelin, öküzlerin yularını
arabanın okuna taktı. Sonra kara öküz tarafına geçip eğik boyunduruğa öyle bir
yüklendi ki, göğsünden bütün vücudunu kaplayan bir ıslaklığın yayıldığını fark
etmedi bile.

Kaç defa kara öküz yatmış, kaç defa boyunduruğu Şerife gelin göğüslemiş,
bunların artık sayısını unutmuştu… Ne kadar yol aldığını ise hiç bilmiyordu.
Şerife Gelin’in karnı açtı. Lâkin açlığı dert etmiyordu. Biricik Elif’i aklına
geldi. Tabii ki O’nun da karnı zil çalıyordu. “Elif’imi azıcık emzirebilseydim”
dedi. Ama Elif uyuyordu; zaten uyansa da bu soğuk havada çocuk emzirilmezdi.
Kendi kendine: “Elif uyanmadan Kastamonu’ya varabilseydim bari”, dedi. Böyle
söylenirken, içindeki bir ses karşı dağdan yankılanırcasına gürledi:

– Ya sonra? Şerife Gelin şaşırdı birden. Etrafına bakındı, kimsecikler yoktu.
Bu gizli ses ile cedelleşmeye başladı:

– Sonrasına Allah kerim.

Meçhul ses:

– Âmennâ! dedi, önce. Sonra da Şerife Gelin’in belki de çaresizlikten hep
görmezlikten geldiği bir gizli derdi ham bir çıbana iğne sokup patlatır gibi
deşiverdi:

– Peki Ilgaz Dağı’nı nasıl tırmanacaksın? Bu kara öküzle, bu kağnı oradan
çıkar mı?

– Çıkarrrrrrr, diye bağırdı Şerife Gelin; gerçi yüküm Kastamonu’ya kadar ama
bu araba Ilgaz dağını da çıkar, Ankara’ya da varır… Cepheye de… Şerife Gelin’in
göğsü körük gibi inip kalkıyordu. Soğuktan donmak üzere olan elleri şimdi
sinirinden titriyor, iki de bir üvendireyi elinden yere düşürüyordu. Ilgaz
Dağı’nı geçilmez, aşılmaz diyen kimdi? Az önce kendisiyle cedelleşen sesi, sesin
sahibini aradı. Hiddetinden dudaklarını kemiriyor, elindeki üvendireyi gart!
gurt! diye kürtün öbeklerine saplayıp saplayıp çıkarıyordu. Kendini korkutmaya,
caydırmaya, azmini kırmaya çalışan bu sese hınçla bağırdı:

– Heyyy! Bre çılgın ses! Hey bre meçhul korkak! Karınca fıkrasını duymadın
mı? Derler ki karınca İstanbul’dan yola çıkmış, mübarek beldeleri görmek ister.
Sormuşlar:

– “Nereye gidiyorsun?

– Hacca gidiyorum.

– Sen bu cılız gövdenle, bu çöp bacaklarınla, İstanbul’dan Hicaz’a kadar
nasıl gidersin?

– Varamazsam hiç olmazsa yolunda ölürüm ya”, demiş. Ben de öyle… varamazsam
yolunda ölürüm. Lâkin bu mermiler yollarda kalmaz, bıraktığımız yerden birileri
yüklenir ve cepheye mutlaka ulaştırır. Şerife Gelin böyle söylese de, çok iyi
bildiği Ilgaz Dağı’nı ve onunla geçen hatıralarını sisli puslu camdan bakar gibi
bir süre seyre daldı. Bu seyir, ne durup bakmaya, ne bakıp görmeye benziyordu.
Bir hissedişti bu; bir duyuş, bir anlayış… Çookkk uzaklardan gelen, fırtınaya
binmiş, dağlarda yankılanan, tepelerde savrulan bir ses; kimbilir belki de
Şerife Gelin’in duymak istediği, yahut istemeden duyduğu bir ses… Ilgaz Dağı
için, oranın kendi has evladına bakınız, neler fısıldıyordu:

– Ilgaz Dağı, çilenin harman olduğu yer. Ilgaz Dağı; yetimleri, dulları,
kimsesizleri ağlatan mekân; gözyaşını kaynağında donduran fırtına seli. Ilgaz
Dağı; ümitleri söndüren, hayalleri sükûta erdiren bir hengame…

Nice garibanın çıplak ayakla yürüdüğü bayır. Vardıkça dikleşen, çıktıkça
yokuşa vuran yollar… ve içinizdeki aşka, merhamete, sevgiye inat acımasızlaşan
dağ… Eşkıyalara taş çıkartan kurt sürüleri. Karıyla kışıyla, geçit vermeyen
engebeleriyle, Ilgaz Dağı bir muamma… Kağnıdaki küçük Elif’in ağlaması duyuldu
birden. Hıçkırıklara karışan bu feryat, Şerife Gelin’in beynini zonklattı. Yavaş
giden kağnıyı durdurmadan düşe kalka telaşla arabanın ardına koştu. Yorganı açıp
baktı; Elif kızın sesini duyuyor, kendini göremiyordu. Gözlerini yuvasından
patlatırcasına açıp bir daha baktı. Elini uzatıp ot kurularını karıştırdı:

– Yavrum! Elif’im, diye bağırdı.

Zavallı yavrucak otların arasındaydı. Boğuk boğuk ağlıyor, hıçkırıyor,
kendini yırtıyordu âdeta. Soğuk, dondurucu bir hal aldığı için yorganı Elif
kızın ve top mermilerinin üstüne iyice sıkıştırdı. Şerife Gelin’in esas korkusu,
top mermilerinin göçüp kaymasıydı. Bu halde zaten Elif kız ezilir yamyassı bir
et parçasından farksız hale gelirdi. Tekrar aceleyle arabanın önüne koşup,
öküzleri çekmeye başladı. Nice öne geçenler uzaklaşıp görülmez olmuş, nice
arkada kalanlar Şerife Gelin’e yetişmiş, geçip gitmişlerdi. Kimse kendisine
zimmetlenen cephaneyi yerine teslim etmekten başka bir şey düşünmüyordu. Şerife
Gelin’in çektiği kağnı tekrar durdu. Kara öküz yine yürümüyor, başını geri geri
asılıyordu. Şerife Gelin, iyice üşümüş ağzından burnundan gelen salyalar
birbirine karışmıştı. Çene kemikleri birbirine vuruyordu. Kağnının kara öküz
tarafına geçerek “yazıklar olsun sana; çekil boyunduruktan, çekil de ben
koşulayım” dercesine bir süre baktı. Gözleri kısılmıştı. Bütün vücut azaları
titriyordu. Hiddetinden dolayı üvendireyi kaldırdı, kaldırdı; sonra da arka üstü
kardan adam gibi göçüverdi.

Şerife Gelin, donmakta olduğunu işte o anda farketti. Yıkıldığı kar
içerisinden çabalayarak kalktıktan sonra, yine zor bela kağnı arabasının üzerine
çıkabildi. Elleri ve ayakları donma noktasına geldiği için kağnıya binerken kaç
defa kayıp yere düştüğünün sayısını bilemiyordu. Şerife Gelin, bindiği kağnıdan
öküzlere kısık sesiyle ve belki de son defa “gah!” dedi. Sesi yavaş yavaş
kayboluyordu. Elif çatlayacak gibi ağlarken, Şerife gelinin kolu kanadı âdeta
robotlaşıyordu. Kağnı serseri bir mayın gibi, şehrin dışındaki Kastamonu
kışlasının yakınına kadar gelip orada durdu.

Kar dinmişti; Elif ağlıyordu. Anlaşılan, bütün kuşlar Elif’in yasına, onun
feryadını dinleyenlere iştirak ediyorlardı. İşte bu yüzden bu akşam, cümle
kuşlar suskun, güvercinler sanki taş kesilmiş; sığırcıklarsa hıçkırmadan son
damla gözyaşlarını içlerine akıtıyorlardı. Besbelli ki öyle; öyle olduğu için de
sükût, bu mahalle matem gibi siyah otağını kurmuştu.

Bu kimsesiz kağnının yanına giden görevliler karşılaştıkları acıklı manzarayı
şöyle not ettiler:

“Kağnı üzerinde soğuktan donan bir kadının cesedi vardı. Donmuş kadının
cesedini arabadan indirirken, yorganın altında ağlayan bir çocuk sesi işittik…
Top mermilerinin arasında, otlara sarılı eski çulların içinde bir kız çocuğu
ağlamaktan bitkin hale gelmiş, boğuk ve kısılan sesinin sanki son feryadını
ediyordu.

Hepimizin ortak kanaati şu oldu; Bu Türk anası, evladını ve top mermilerini
korumak için kendini feda etmiştir.”

Grup vaktinin kar üzerindeki yansıması, bu kağnının yanına gelenlerin
yanaklarından süzülen damlacıkları çiğdem rengine boyamıştı. Batan Güneş ise,
Şerifeler, Elifler, Zeynepler ve kardelenler için yeniden doğmak üzere,
kızıllığını saklarcasına karanlığın göğsünde yavaş yavaş
kayboluyordu.
[/size]


En son NUR_UL HAK tarafından Perş. Nis. 19, 2012 12:11 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 2 kere değiştirildi
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:09 pm

SÜREYYA SÜLÜN HANIM..



İşte kahraman Türk kadınlarından bir kahraman; Milli Mücadele yıldızlarından
bir yıldız daha: Süreyya Sülün Hanım…Van’da doğmuştur. Yaşadığı kasaba, düşmanın
korkunç zulüm ve tarruzuna maruz kalmış, babası şehit olmuştur. Nihayet,
biraraya gelen beşyüz civarında cengaver, Erek kasabasında toplanarak aziz
topraklarını savunmaya karar verirler. Ve tabii, Süreyya Sülün hanım ve üç
kardeşi de bu kahramanlar meydanındadır.
…Yoğun bombardıman altında
ilerleyerek Karaköse’ye gelen bu kahraman Kuva–yı Milliyeciler, Murat Irmağı
boylarında tam bir buçuk ay düşmanla çarpıştılar. Beyazıd’a doğru yürürken
yürekler acısı bir manzara ile karşılaştılar. Binlerce Türk köylüsünün
işkenceler içinde can vermiş cesetlerini gördüler. Bu mezalimi yapan düşmana
hınçla taarruz edenlerin başında Süreyya Sülün hanım vardı…
Iğdır civarında
kanlı çarpışmalar oldu. Düşman birlikleri çok kuvvetli ve Rusya’dan devamlı
surette takviye alıyordu. Beşyüz yiğit, yılmadan, kaçmadan döğüştüler. Ölüyor,
teslim olmuyorlardı. Bu muharebede Süreyya Hanımın üç kardeşi birden şehadet
şerbetini içtiler. Kardeşlerinin kollarında can vermesine rağmen yılmadı ve cenk
meydanını terk etmedi. Kala kala dört kişi kalmışlardı. Daha sonra Karaköse’ye
çekilen Süreyya Sülün Hanım, burada Ziverbey Taburu’na iltihak etti. Bir ara
yaralandı ve Erzurum’a döndü


alıntı.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:11 pm

BİNBAŞI AYŞE..



İstikbal Harbi hakkında yazılmış eserlerde göğüs göğüse çarpışmış pekçok
Müslüman Türk kadınlarından bahsedilir. Nene Hatun, Kara Fatma, Ayşe Çavuş
isimleri pek sık zikredilen şahsiyetlerdir. Binbaşı Ayşe de, adını hep minnet
duygularıyla anmamız gereken kahramanlar arasındadır. Binbaşı Ayşe, bizzat kendi
macerasını şöyle anlatmaktadır:
“…Büyük harpte Kafkas Cephesi’nde yaralanarak
ölen kocamın ve tüm vatan evlatlarının intikamını almaya and içmiştim. Allah, bu
fırsatı 15 Mayıs (1)335–(1919)’da bana verdi. İzmir’i Yunanlılar işgal ettiği
sırada ilk mukâvemetimiz sona erip şehre Yunanlılar hâkim olunca Aydın’a gittim.
Orada faaliyete geçerek bir Kuva–yı Milliye birliği teşkil edip, bilâhare Nuri
Çetesi’ne katıldım. Aydın muharebelerini yaptıktan sonra Koçarlı’ya çekildik. Bu
sûretle, bilfiil atıldığım İstiklal Mücadelesi’ne başından sonuna kadar iştirak
ettim.
İlk defa Sakarya’da sol kasığımdan piyâde mermisi ile yaralandım.
Seyyar hastanede tedaviden sonra tekrar müfrezeme iltihak ettim. Büyük
Taarruz’da Mürsel Paşa Fırkası’na iltihak ettik. Ve Ahır Dağları’ndan düşman
gerilerine akmağa memur edildik. İzmir’e ilk giden birlikler arasında ben de
vardım. Ancak, bu arada misketle sol bacağım kırıldı.”…
Binbaşı Ayşe,
kocasının en kıymetli birer yâdigârı olarak sakladığı ziynetlerini satarak at,
mavzer, elbise ve çizme tedarik etmiş ve bu mücadelede, derece derece terfi
ederek Binbaşılığa kadar yükselmiştir


alıntı.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:12 pm

TAYYAR RAHMİYE..

Şubat 24, 2007

TAYYAR RAHMİYE


Adana’nın kadın kahramanlarından
Rahmiye Hanım da, 9. Tümen’in 1920 yılının Şubat ayında Hasanbeyli civarında
Fransızlar ile yaptığı muharebeye müfrezesiyle katılır. Muharebe sırasında ateş
hattında kalan iki arkadaşını korumak için ileri doğru atıldığından dolayı
kendisine “Tayyar Rahmiye” lakabı verilir.
Temmuz 1920’de
Osmaniye’deki Fransız karargahına yapılan hücumda arkadaşlarının tereddüdünü
görünce, “Ben kadın olduğum halde ayakta duruyorum da, siz erkek olduğunuz halde
yerde sürünmekten utanmıyor musunuz?” diyerek hücuma geçilmesini sağladığı
tarihi kaynaklarda yer almaktadır.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:13 pm

KILAVUZ HATİCE..

Şubat 24, 2007

FRANSIZLARA
YANLIŞ YOL GÖSTEREN KADIN



Adana Fransızlar’a karşı verilen
mücadelede yer alan ve milis kuvvetlerine katılan Kılavuz Hatice, 8 Mayıs
1920’de milli kuvvetler Pozantı’ya taarruzu başladığında, kritik bir duruma
düşen Fransızları kandırarak kılavuzluk eder. Hatice, kılavuzluk yaptığı
Fransızlar’a yanlış yol göstererek Karboğazı’na sokar. Boğazda sıkışan
Fransızlar, Türk askerine esir düşer.


ALINTI.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:13 pm

HALİDE EDİP ADIVAR

Şubat 23, 2007

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Halidedip2



Yalnız topla, tüfekle değil,
iradenle de
cesur olacaksın;
fena şeyleri yapmamak için cesur, inandığın,
doğru
bildiğin şeyi yapmak için,


öldürseler bile, cesur
olacaksın.



Seviyye Talip, Bölüm
5.
Türk romancı. Siyasal alanda da
etkinlik göstermiştir.


İstanbul’da doğdu. Kimi kaynaklara
göre doğum yılı 1884′tür. İngiliz terbiyesiyle yetişmesini isteyen babası onu
Üsküdar Amerikan Kız Koleji’nde okuttu. Orada Rıza Tevfik’den (Bölükbaşı)
Fransız edebiyatı dersleri aldı ve Doğu’nun mistik edebiyatını dinledi. Sonradan
evlendiği Salih Zeki’den de matematik dersleri alıyordu. Koleji 1901′de bitirdi.
1908′de gazetelere yazmaya başladığı kadın haklarıyla ilgili yazılardan ötürü
gericilerin düşmanlığını kazandı. 31 Mart Ayaklanması’nda bir süre için Mısır’a
kaçmak zorunda kaldı. 1909′dan sonra eğitim alanında görev alarak öğretmenlik,
müfettişlik yaptı. Balkan Savaşı yıllarında hastanelerde çalıştı. Gerek bu
çalışmaları, gerekse müfettişliği sırasında İstanbul semtlerini dolaşması, ona
çeşitli kesimlerden insanları tanıma fırsatını verdi. 1919′da Sultanahmet
Meydanı’nda, İzmir’in işgalini protesto mitinginde yaptığı etkili konuşma
ünlüdür. 1920′de Anadolu’ya kaçarak Kurtuluş Savaşı’na katıldı. Kendisine önce
onbaşı, sonra da üstçavuş rütbesi verildi. Savaşı izleyen yıllarda Cumhuriyet
Halk Fırkası ve ****** ile siyasal görüş ayrılığına düştü. 1917′de evlenmiş
olduğu ikinci kocası Adnan Adıvar ile birlikte Türkiye’den ayrıldı. 1939′a kadar
dış ülkelerde yaşadı. O yıllarda konferanslar vermek üzere Amerika’ya ve
Mohandas Gandi tarafından Hindistan’a çağrıldı. 1939′da İstanbul’a dönen Adıvar
1940′ta İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Filolojisi Kürsüsü başkanı oldu,
1950′de Demokrat Parti listesinden bağımsız milletvekili seçildi. 1954′te istifa
ederek evine çekilmiş ve 1964′te ölmüştür.




Adıvar’ın Seviye Talip (1910), Handan
(1912) ve Son Eseri (1913) gibi ilk romanları aşk öyküleri anlatan yapıtlardır.
Yazar kahramanlarını yakıp yıkan bir sevgiyi dile getirmek istediği için
kişilerin iç dünyasına yönelir ve bu sevginin zamanla bir tutkuya dönüşmesini
sergiler. Bu yapıtların önemli özelliğini, birbirine benzeyen ve ondan önceki
Türk romanlarında bulunmayan kadın kahramanlarda aramak doğru olur. Yazarın asıl
amacı kadın kahramanların kişiliklerini erkeklerin gözüyle değerlendirmek olduğu
için, romanlarının anlatıcısı olarak bu kadınlara âşık erkekleri seçer ve
fırtınalı bir aşk öyküsünü onların anı defterlerinden ya da mektuplarından
anlatır. Erkek (bazen kadın da) evli olduğu için, kaçınılması olanaksız bir iç
çatışma, romanların moral sorununu oluşturur ve roman ya kadının ya da erkeğin
ölümüyle biter. Adıvar’ın, biraz kendi olduğunu iddia edilen bu kadın
kahramanları, yazarın o dönemde ideal saydığı Türk kadınını temsil ederler.
Seviye Talipler, Handanlar, Kâmuranlar her şeyden önce güçlü kişiliği olan,
haklarını savunan, Batı terbiyesi almış, ama Batılılaşmayı giyim kuşamda
aramayan, resim ya da müzik gibi bir sanat alanında yetenek sahibi, yabancı dil
bilir, kültürlü ve çekici kadınlardır.


Adıvar 1910 yıllarında Ziya Gökalp,
Yusuf Akçura ve Ahmet Ağaoğlu ile birlikte Türk Ocağı’nda çalışmaya başladıktan
sonra yazdığı Yeni Turan adlı romanında (1912) yurt sorunlarına eğilir. II.
Meşrutiyet döneminde geçen bu ütopik romanda, Yeni Turan adlı idealist bir
partinin program ve çalışmalarını anlatırken yeni bir Türkiye’nin hangi sağlam
temellere oturtulması gerektiği hakkında o zamanki görüşlerini açıklamak
fırsatını bulur. Ateşten Gömlek (1922) ve Vurun Kahpeye (1923) romanlarında
Kurtuluş Savaşı sırasında Anadolu’da tanık olduğu olayları, direnişleri,
kahramanlıkları, ihanetleri anlatırken kendi gözlemlerinden yararlandığı için
daha gerçekçidir. Bununla birlikte, bir aşk sorununun aşıldığı bu yapıtlarda da
yüceltilmiş kadın kahraman yerini korur. Ancak şimdi, yine olağan dışı bu kadın,
öncekiler gibi bireysel sorunlarla sarsılan kültürlü bir sanatçı olarak değil,
milli dava peşinde erdemlerini kanıtlayan ya da Anadolu’da düşmana karşı savaşan
bir yurtsever olarak çıkar karşımıza.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:14 pm

NENE HATUN (1857-1955)



KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ 1798

Nene Hatun (1857 – 1955)



Erzurum’da doğdu. 98 yıl
Erzurum’da yaşadıktan sonra yine Erzurum’da, zatürre hastalığından hayata vedâ
etti. Ölümünden üç ay önce Türk Kadınlar Birliği tarafından yılın annesi
seçilmişti.
Tarihimizde 93 Harbi olarak anılan 1877 – 1878 Osmanlı – Rus
Savaşı sırasında, Erzurum’daki Aziziye Tabyası’nın savunulmasında kahramanca
çalıştı. Adını bu şekilde tarihe yazdırdı. Mücâdeleye, küçük yaştaki oğlunu ve
kızını evde bırakarak katılmıştı. O sıralarda 20 yaşlarında genç bir
gelindi.
7 Kasım 1877 gününün gece yarısında, bölge halkından olan Osmanlı
vatandaşı Ermeni çeteleri Erzurum’un Aziziye Tabyası’na girmeyi başarmışlardı.
Tabyayı koruyan Türk askerlerini öldürdüler. Arkadan gelen Rus askerleri, hiçbir
mukavemetle karşılaşmaksızın tabyayı ele geçirdiler. Baskından yaralı olarak
kurtulmayı başaran bir er, şehir merkezine ulaşıp kara haberi Erzurum’lulara
ulaştırdı. Sabah ezanından hemen sonra minârelerden şehir halkına duyuru
yapıldı. “Moskof askeri Aziziye Tabyası’nı ele geçirdi.” Bu haber, Erzurum halkı
tarafından, vatan savunması için emir telakki edildi. Silâhı olan silâhını,
olmayanlar; balta, tırpan, kazma, kürek, sopa ve taşları ellerine alarak
Tabya’ya doğru koşmaya başladı. Kadın – erkek tüm Erzurum halkı yollara
dökülmüştü. Koşanlar arasında, erkeği cephede çarpışan bir tâze gelin de vardı.
Ağabeyi bir gün önce cepheden yaralı olarak gelmiş ve kollarında can vermişti .
Üç aylık bebeğini emzirmiş, “Seni bana Allah verdi. Ben de O’na emânet
ediyorum.” Diyerek vedâlaştıktan sonra birkaç saat önce ölen ağabeyinin
kasaturasını alarak sokağa fırlamıştı.
Erzurumlular, ölüme gittiklerini
bildikleri halde, Aziziye Tabyası’na doğru koşuyordu. Tabyaya yerleşmiş olan Rus
askerleri, gelenlere yaylım ateşi açtı. Ön sıradakiler o anda şehit oldular.
Arkadakiler, geri çekilmek yerine daha bir kararlı ve hızlı olarak ileri
atıldılar. Demir kapılar kırılıp içeri girildi. Boğaz boğaza bir savaş başladı.
Mükemmel silâhlarla donanmış Moskof ordusu, baltalı – tırpanlı, taşlı – sopalı
eğitimsiz halk karşısında ancak yarım saat tutunabildi. 2300 Moskof öldürülüp,
Tabya geri alındı. Türkler, 1000 kadar şehit vermişlerdi.
Hemen yaralıların
tedâvisine başlandı. Nene Hâtun da yaralılar arasındaydı. Fakat o yarasına
aldırmıyor, evindeki bebeğini unutmuş, diğer yaralıların kanını durdurabilmek,
yaralarını sarmak için çırpınıyordu. Nene Hâtun böyle bir ortamda tanındı ve
saygı ile sevil di.
O’nun, vatan için gece başlayan mücâdelesi, tüm düşman
Erzurum’dan kovuluncaya kadar devam etti. Erzurum’un her karış toprağında
cephâne taşıyarak, yaralılara hemşirelik yaparak, yemek pişirerek, su dağıtarak,
hizmetten hizmete koşarak destanlaştı. Gazi Ahmet Muhtar Paşa’nın zaferinde Nene
Hâtun’un ve O’nun vatan aşkını paylaşan sivil insanların da payı
vardı.
Savaştan sonra da Nene Hâtun, destan kahramanlarına yaraşır bir
asâletle yaşadı. Kendisini ziyâret eden NATO’da görevli Amerika’lı subayın bir
sorusuna: “O zaman vazifemi yapmıştım. Bu gün de ilerlemiş yaşıma rağmen aynı
hizmeti, daha mükemmeliyle yapacak güç ve heyecana sahibim.” cevabını
vermişti.


ALINTI.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Empty Geri: KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ MÜCADELELRİ

Mesaj tarafından NUR_UL HAK Perş. Nis. 19, 2012 12:15 pm

KARA FATMA (ASİYE HATUN)





Türk kadınının sembollerinden ‘Gerçek Kara Fatma’nın izi bulundu
Tarihçi
Cezmi Yurtsever, Türk kadınının kahramanlığı ile özdeşleşen Kara Fatma’nın
gerçek kimliğini, 30 yıllık çalışma sonrası belgeleriyle ortaya koyduğunu
bildirdi.



Yurtsever, tarihte önemli bir yeri olan Kara
Fatma’nın, Türk kadınının cesaret ve kahramanlığı ile özdeşleştiğini
kaydetti.


Kara Fatma’nın İzmir’den Erzurum’a kadar yurt genelinde 9-10 yerde
yaşadığının rivayet edildiğini, bu güne kadar gerçek Kara Fatma’nın nerede
yaşadığının ortaya konulamadığını ifade eden Yurtsever, şunları söyledi:


”Çocukluğumda, Osmaniye’nin Kadirli ilçesinde, Avukat Niyazi Bozdoğan, büyük
annesi olan Kara Fatma’nın hikayesini anlatırdı. Efsaneleşen bu kahraman
kadınımızın tarihin gerçeğindeki yerini öğrenmek için 30 yıldan beri Osmanlı
arşivlerinde araştırmalar yaptım. Ardından Kadirli yakınlarındaki Kahramanmaş’a
bağlı Andırın ilçesinin Beylik köyünde araştırmalarımı sürdürdüm. Kara Fatma’nın
konağını ve torunlarını buldum. Torunların anlattıkları ile arşivlerdeki
belgelerin bire bir tuttuğunu tespit ettim.”


Yurtsever, bu tesbit sonrası tarihte efsaneleşen kahraman Türk kadınının
gerçek kimliğini ortaya çıkardığını belirterek, ”Kara Fatma, 1820-1865 yılları
arasında Adana-Kahramanmaraş arasında hüküm süren, 1854 Kırım Harbi’ne Maraş
Valisini temsilen katılan Asiye Hatun” dedi.


Bu tespiti, yeni yayınlanan ”Andırın Tarihi” kitabında ayrıntılarıyla
açıkladığını bildiren Yurtsever, ”Türk kadınının cesaret timsali olan Kara Fatma
ile ilgili yaptığım çalışma, genç araştırmacılara ilham kaynağı olacak” diye
konuştu.


zaman.
NUR_UL HAK
NUR_UL HAK
Üye

Aktiflik :
KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Left_bar_bleue10 / 99910 / 999KAHRAMAN TÜRK KADINLARI-HAYATLARI CESARETLERİ  MÜCADELELRİ Right_bar_bleue


Mesaj Sayısı : 310
Puan : 820
Kayıt tarihi : 06/04/12
Nerden : TÜRKİYE

Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön

- Similar topics

 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz